Herkes hayalleriyle gözlerini açar bu dünyaya. Kimisi erken yaşta kavuşurken hayallerine, kimi zamanla vedalaşır hayalleriyle. Ben de herkes gibi çokça hayallerle açmıştım dünyaya gözlerimi; lakin her bakımdan yabancı olduğum coğrafya izin verdikçe diri tutabilmiştim birçoğunu. Herkesin mutluluğu yakaladığı bir habitatı varken ben doğduğum bu topraklarda küçük yaşta acılarla tanışmıştım. Gözlerimi açtığım bu kasaba beni; başkarının sevinçlerine koşarken, yenemeyeceğim acılarla sınayacaktı. Her acı zamanla geçse de bazıları insanın kalbine mıh gibi mühürlenir; zaman da o mührü demir parçasına çevirirmiş. Söküp atsa da insan o mührü, içine saçılan parçacıklar vakitsizce yaralarmış ruhu. Benim acılarım da ansızın mühürlendi kalbime. Yıllar önce doğduğum bu evde ilk önce fakirlikle tanışmıştım. Babam ilkokulu bile bitirememiş, bulduğu işte çalışan, gün sonu kazandığıyla aldığı üç beş şeyi utana sıkıla getiren gariban bir adamdı. Annem ise okul yüzü görmemiş; babasının ona biçtiği paraya satılıp küçük yaşta evlendirilen bir kadındı. Kasabada okuma hakkı sadece erkekler için vardı; çünkü kızlarını okula yollamak yoldan çıkarmakla eş değerdi bu karanlık zihinlerde. Erkekler ne olursa olsun kimsenin karşı çıkamayacağı namusluluk zırhını giyerken; kadınlar en ufak hareketleriyle karanlık zihinlerin köleleştirdiği objelere dönüşüyordu. Bu çorak toprakların mutluluğu unutturduğu havasından annem de nasibini almıştı. Gün yüzü görmediği ailesi onu babama satarken; babamın elindeki üç beş kuruşu da almışlardı. Aile olmak onlar için ticaretin ötesine geçememişti. Bir yuvayı kurmadan yıktıklarının farkında bile olmayan bu zihinler, ceplerine giren paraya kanacak kadar rezildiler aslında. Annem gönülsüzce evlendirilse de sevmişti babamı. Yoksulluğun evimize çöktüğü günlerde teselliyi babamın merhametinde bulurdu annem. Bu aileye doğan altıncı çocuktum; fakirliğin kucağına atılan altıncı çocuk... Bazen çok kızıyordum aileme, bu kadar yoklukta neden bu kadar çoktuk? Başlarda aklım ermese de cahilliğin doğurduğu yokluğa, sokakta gördüğüm manzaralar beni üzmeye başlamıştı. Neredeyse hiç oyuncağım olmadı. Benden önceki üç kardeşim erkek, en büyük ikisi kızdı. Onlardan bana ulaşacak bir oyuncak bile yoktu. Bir kız olarak geldiğim bu dünyada, kız olduğumu belli bir yaşa gelip; sokaktaki ayıplamalarla karşılaşana kadar hiç hissetmemiştim. Başkalarında görüp hayalini kurduğum oyuncaklar; sahip olamadıkça içimde mühürleşen acılara dönüşüyordu. Bu coğrafya keşke beni sadece fakirlikle tanıştırsaydı. Cinsiyet ayrımını her köşesinde gördüğüm bu kasabada, sokakta yürümek bile ayıptı neredeyse. Babamın elimi tutup, beni parka götürmesi bile ayıp karşılanırdı. Çünkü onlar için ileride başkasına satılması gereken küçük bir köleydim. Özgürce tek gidemediğim oyun parkı bile çok görülüyordu bana. Nefes alırken boğulduğum bu kasaba benden çocukluğumu çalıyordu. Belli yaşa gelen kardeşlerim okuldan artakalan zamanlarda babamla işçilik yapmaya gidiyordu. Onları o halde görmek tarif edilmez bir üzüntüye sebep olurdu bende. Çevremizde o yaşta çalışan pek kimse yokken ben bu gerçekle hem üzülür hem de utanırdım. Paramız bile olsa kasabada istediğimiz gibi yaşayamazdık ki. Bu çorak topraklar tüm yetenekleri içine yutmaya yeminli gibi hiçbir şey sunmuyordu yaşayanlara. Çoğu insan yeteneklerini keşfedemeden, kahvehane köşelerinde ömür çürütmeyi marifet belleyerek göçüp gidiyordu diğer tarafa. Ben de en çok neye yeteneğim olduğunu merak etsem de kendimi test edebileceğim hiçbir şey yoktu. Bazen düşününce gülünç geliyordu; aç karnına dans mı edecektim yoksa enstrüman mı çalacaktım? Ne güzel hayallerim vardı oysaki; hepsini tek tek bu çorak topraklara gömdüğüm. Yaşım geçti, heveslerim geçti ama yoksulluğumuz geçmedi. Yıllarca kıştan nefret ederek büyüdüm. Kış demek, zaten yaşayamadığımız bu kasabada soğuktan titreyen ölülere dönüşmekti. Üstümüze çökmek üzere olan kulübeden bozma evimizde bazen soğuktan gözyaşlarımı tutamadığım günlerdi kış. Bu coğrafyanın ikliminden bile nefret ediyordum. Televizyonda gördüğüm garbın çocuklarının kayak merkezlerine koştuğu kış; benim için hüznün resmiydi. Hele bir de okul yolunda karşıma çıkan köpek sürüleri, korkularımı katlayarak büyütüyordu. Büyüyordum, bu coğrafyanın acılarından nasibini fazlasıyla alarak hem de. Yaz gelince soluklanmak için dışarı çıktığım vakitlerde giydiğim kıyafetlerin ayıplanan gözlere maruz kalışı, beni kadın olmakla tanıştırıyordu. Karanlık zihinler kendi siyahlıklarından rahatsız olmadıkları gibi, başkalarının ışıklarını da söndürmeye çalışıyorlardı. Her gün onlar gibi olmamak için söz veriyordum kendime; hayallerimi, gerçekleşebilecek geleceklere erteleyecek sözler veriyordum. Öğrenmek istediğim onca şey varken yoksulluk ve cahillikle savaştığım bu topraklar, beni bilinmezliğe sürüklüyordu. Yıllar geçti; çoğu şeyden mahrum büyüdüm. Yaşıtlarımın para karşılığı evlendirildiği zamanlarda, annem böbrek yetmezliğiyle savaşmaya başladı. Onu tedavi ettirecek kadar paramız olmadığı için okulu bırakıp gerekirse beslemelik yapmayı teklif ettim babama. Sadece kızdı. Altı kardeştik ve babam yaşlanan vücuduna söz geçiremediği için çoğu zaman işsizken, abilerim günlük iş bulurlarsa çalışıyordu. Bu çorak topraklarda ne yeterli hastane imkanı ne de annemi hastaneye götürecek paramız vardı. Hepimiz ne kadar üzülsek de annemin günden güne ölüme yürüyüşüne engel olamadık. Hayat 6 ay sonra onu bizden koparırken geride öksüz çocuklar ve kimsesiz bir eş bıraktı. Bu çorak topraklar benden şimdi de annemi çalmıştı. Kalbime mühürlenen acıların en zoruydu sonuncusu. Annemin savunmasız bedenini bu topraklara gömdükten kısa süre sonra, babam daha fazla bu cehennemde kalmak istemedi. Ani bir kararla kasabayı terk edip karnımızı doyuracak baska bir şehre doğru yol almaya karar verdik. Zaman bize ne kazandırmıştı ki bu saatten sonra kaybetmekten korkacağımız? Annemin masum bedeninden başka bir şey yoktu o coğrafyada bizden geriye kalan. Bu çorak topraklar benden çocukluğumu, özgürlüğümü, keşfedemediğim yeteneklerimi ve sonunda annemi çalmıştı. Hazırlandık ve yol almaya başladık. Elimden geldiği kadar kaçmak, uzağa gitmek istedim. Yine de nereye gidersem gideyim çorak topraklarda büyümüş, annesiz bir kız çocuğu olacaktım.
Çorak Topraklarda Çocukluk
Yayınlandı
Esra
2020-09-02T19:20:48+03:00@dünyadanuzak düşünceleriniz ve önerileriniz için teşekkür ederim,dikkate alacağım.Umarım kendimi geliştirebilirim🌸
Esra
2020-08-30T21:10:32+03:00@galina Teşekkür ederimm çiçeğim🌸
Nisa
2020-08-30T20:27:13+03:00Esra bu öykün hepsinden çok ayrı olacak benim için, gittikçe gelişen kalemine sağlık 🌸
Esra
2020-08-29T22:29:33+03:00Güzel düşünceleriniz için teşekkür ederim İbrahim Bey🌸
Esra
2020-08-29T22:28:40+03:00Teşekkür ederim Aslı🌸💕
İbrahim
2020-08-29T17:54:05+03:00Çok güzel ve anlamlı bir öykü. Güçlü bir kaleminiz var. Özellikle öykü ve denemelerinizi beğenerek takip ediyorum. Öyküde geçen kış tespiti de dikkatimi çekti. Ben de kışı sevmeyen bir insan olarak şu şiiri eklemek istiyorum:
"Kışı sevmem ben;
damı akan evler,
ayakkabısı delik çocuklar,
ocağı yanmayan analar,
utanan babalar gelir aklıma
sevmem ben kışı..."
Aslı
2020-08-29T15:42:29+03:00"Karanlık zihinler kendi siyahlıklarından rahatsız olmadıkları gibi, başkalarının ışıklarını da söndürmeye çalışıyorlardı." Yüreğine sağlık sevgili Esra.🌸