06.02.24. 18.51
İki kişilik kılıfa geçirilen tek kişilik yorgan gibiyim. İçim kendini eritiyor zaman en güçlü silah.
Gövdemin ortasındaki incecik sızının yaşam kalitemi düşürdüğü oluyor. Ayaklarım ısınmıyor, yürüdüğüm yolların hiçbir ehemmiyeti kalmadı artık, uyuyorum.
Kılık değiştirir gibi bir bana bakıp gülüyorum ben bana bakıp gülüyor ve sonra susuyoruz.
Mırlayan bir kedi hatırlatıyor bana yalnızlığımı, odanın karanlığa dalışını gözümde gözlük varken bile göremediğim zaman anlıyorum. Gırtlağıma kadar acı bir kuruluk oluyor dikiyorum kafaya şişeyi. Saatler saatleri arıyor bulduğunda artık saat çok geç bir şey yapamayacak kadar geç.
Ama işte kararmış gözlerin direksiyonda olmaması lazım hemen bir şeyler yemeli. Tek kişilik porsiyon ayarlamak zormuş. Bir bakmışsın üç gün aynı yemek.
Masaya bırakılan altı yedi bardaktan biri temiz su bardağı, diğerlerinin dibi şekerin ağda kıvamına has dokusuyla parlıyor. Bir çatal veya kaşık artık o an hangisi işlevsel gelirse o oluyor masada. Uzunca bir süre - çatal ya da kaşık- oturuyorum masada. Sandalye tasarımı yapmak o an hep aklımda. Şöyle oturma kısmı geniş olsun sırtı pek rahat. Bir de o an aklımda kalan "daha saat kaça kadar hiçbir şey yapmadan oturacağım?" sorusu. Sorunun cevabını bulamadan içgüdüsel davranışlarla bir şeyler hazırlıyorum. Uzaktan miyavlayan bir kedi hatırlatıyor tekliğimi.
Su kaynatıp biraz yağ, salça falan sonra şehriyeler giriyor içine biraz baharat, ver altına ateşi kaynasın ben ayılana kadar. Sahi saat kaç?
Olduğunu düşünüp dinlenmeye bırakıyorum bir sigara daha yakıyorum bitene kadar plan yapıyorum. Şu bitsin masayı toplayıp temiz sofrada yiyeyim yemeğimi. Şu bittiğinde kalkıp ayaklarıma çorap giyeyim. Şu bitsin de telefonu şarja takıp evde yapılması gerekenleri yapayım. Ama önce bi'yemek yemeli.
Bitti.
Kalkıyorum bir kase dolduruyorum, kendime verdiğim sözü unutup masanın en boş alanına koyuyorum. Sonra dank ediyor ama umursamak için biraz geç kalıyorum.
Benim tasarımım olsa rahat ettirecek ama şu an baktığımda omurgamı eğmeye yetecek olan sandalyeye bakıyorum. İç çekiyorum, çoraplarıma takılıyor gözlerim. E varmış zaten neden soğuk bu kadar hayret ediyorum. Ardından gözlerim kalabalık sofranın en yetenekli tarafına bakıyor. Yalnızlık yemeği gibi geliyor bana. Ne bir eksik ne bir fazla. Denklemde karşı tarafa gönderilen tam sayı gibi hissediyorum kendimi bir an çok kısa bir an için. Sonra etkimi, yetkimi sorguluyorum. Denkleşmek için vaz mı geçiliyordu benden yoksa denkleşmek için çalınıyor muydum aidiyetimi bağladığım yerden? Bilmiyorum ki bunları düşünürken hafif soğumuş yalnızlık yemeğime kaşık daldırıyorum. Evet kaşık. En işlevsel olanı seçiyorum tabii ki! Henüz o kadar yitirmedim kendimi.
Bence bunun tek sorumlusu çorbayı tek başına tüketme gerekliliğini aşılayanlar. Ana yemekten önce hep tek başına servis edilen ama benim ana yemeğim olan, içi çok kalabalık dışardan derli toplu duran bir yemek.
Yalnızlığımı bu kez uykudan uyanıp gerinme sesleri çıkaran bir kedi değil kendi ellerimle yaptığım bir çorba hatırlatıyor.
Tek kişilik çorba yapmak daha kolay.