kızıl durgunluğumu kırıştıran ne?

bir kase, bir kesik ve eksilen yüzüm

ellerimde şekilsiz durur şimdi


yollar ki izsiz ve yorgun

gövdemi tutan kir gibi geçmediği yerlerden dağınık

delinmeyen her iğneye karşılık yerlere değin dökülen eğreti parçalarım

düzlüklerimden bükülerek aşağıya, aşağıya bakıyorum

bulutlara gerilen bir yerküre işte orası

bazen bir sisin sığınması o yoldaki levhaya

bazen haziranda tüllerin yanmasının önüne geçilmesi,

hep aynı, katranlı bir vakte çekilmenin uykusu


kızıl durgunluğu kırıştı toprağın

dalları bir duvak ağrısıyla içerde kıpırdayan çiçekler

güneşin örgülü saçlarından nasıl savruk nasıl düşman

kendi yörüngesinde değil, yörüngesi kendisinde değil

karanlığı yakamdan günleri devirip devirip akar

kovar çatlaklarımdan ışığı


yine de beklersin

ölümü kendi camından başlayan bir aynanın

sır demesini kırıklarına.

asıl kaynamayanın yıldızlar olduğunu bağırırken

sağır bir denizin içindeymişim

bilmiyor etimden suları çeken, bilmiyor

köprü altındaki resmini



Başlık ve diğer katkılarından dolayı Vedat Duygun'a teşekkür ederim.