Bu dünya tükeniyor. Doldu taşıyor. Bir şeyler arıyoruz. Neyi aradığımızı bilmeden şeylere sebepler yaratıyoruz. Sanrılarla yaratılan sebepler içimize sinmese de arıyoruz. Kozmik düzlemde karınca kadar da olsa anlamımızın olmasını istiyoruz. Bir anlam arayışı sürüp gidiyor dünya tükenene dek. Ve kibritin alevi parmağa düşmeye başladı, kül olana dek dimdik duran onurlu İsveç kibriti de sonunda tükendi.
Bu dünya çok kalabalık. Nefesim havada asılı kalamıyor; çarpacak binlerce düşünce bulutu var. Nefes alınmıyor. Öyle çoğullaştı ki tekilliğimiz kendimi ayırt edemiyorum. Ben’i kaybediyorum. Ben ne sever ne sevmez bilemiyorum. Bazen istiyorum ki gırtlağım yırtılana kadar bağırayım. Bağırsam kapanır mı makineler? Cebinizin döndürdüğü çarkların arasına eteğim sıkıştı. Peki düşer mi bu dumanlar? Gökte bile yer kalmadı. Sesimin suda aksini görmeliyim. Lütfen başka sesler girmesin aramıza. Bırakın da suya değsin nefesimiz ama su bile çok uzakta artık. Çok yoruldum. Çok. Kalabalığın caddelerdeki akıntısına karşı koymaktan... Siz yorulmadınız mı bu seslerden? Bağırarak hakkımızı aramaktan, gürültüyle inanmaktan, çığlıklarla ben de buradayım demekten... Evet, oyunun kurallarına göre sessiz kalmak zayıflıktır ama bu dünya zayıflıyor, çelimsizleşiyor. Bağırdıkça tükeniyor. Seslerimiz kundakları, mezarları dolduruyor. Ne yaşamaya ne ölmeye yer kalıyor. Ama işte sözde ideal şeyleri istifledik dünyalarımıza.
Bu dünya boğuluyor. Açlıktan boğuluyor. Bir elinde güneşi yiyen tanrılarla diğer elinde toprağı emen budalalarla... Kemirdiler tüm dallarımızı, sonra da açtılar önümüze kurak bir sofra “Daha iyi bir dünya için israf etme.” Bu dünya en çok da aynanın kırk kırık parçasıydı. Kimsenin kendisini değil bir başkasını görüp ‘fail bu’ dediği kırk parça... Her şey tamam da bir şey var düğüm düğüm eden: biz açlıktan boğulurken mermilerle saklambaç oynayan çocuklar hiç oluyor. Yutuluyor. Yıllardır binlerce çocuk açlığımızda boğuluyor. Yine de yetmiyor.
Tükendi ve biz yeterince gürültü yaptık, rahatsızlık verdik. Annem hep derdi ki; misafirsin bu evde sen, madem oynadın dağınık bırakma. Şimdi dünyayı katlıyorum, yırtık yerlerinden akıyor kuruttuğumuz dengeler. Toparlamaya çalışıyorum, dökülüyor kendimizle savaşırken çıkardığımız yavan gürültüler. Vaziyet böyle. Neresinden tutsam elimde kalıyor, bu dünya dağılıyor.