Bir deri doğrayıcı, ayaz habercisi
Bir cehennemin en bağırışlı kesimi
Bir gün parmaklarının arasında güçsüz ateş böceği
Bir ömür beynimdeki uslanmayan başkişi
Böylece çok sen, bir ben varız burada
Hep merak ettiğim denizden çıkıp gökyüzüne karışıyor bütün bu savaş çığlıkları
Evine dönen birkaç ölü, yerde para bulan sokaksızlar, yanlarında dolanan, birse benim gördüğüm ense kılları
Arka bahçesinde karınca dövüştüren çocuk, karşısına dikilmiş kim varsa kılıcından geçirmiş savaşçı
Hepsinin bu alçak soluk fısıldaşmalar, esintilerin kokusu bu suçluların
Duyan, kaç bucak dolaşan kim varsa son durağında kalmış
Etraf ise aklımın en usta yeri kadar kuytu bir köşenin Ay'ı konuk edişiyle sessizleşiyor
Çıkıyorsun yokluğun en olmadık yüreğinden
Önceleri bir baston ucu, sonraları bilinmezliğin kulu, soruların tanrısı
Sonra bir baston ucu, sonra evrenin en güzel beyni, sonra bir baston ucu
Sonra bir baston ucu
Gezegenlerin etrafında döndüğü, yıldızların burunlarından fark edemedikleri, gök adaların olanca hızla gürledikleri
Bir soğuk dudaklar, bir tutulan omuzlar
Tutunca bırakmayan bozucu toplar, ellerinden düşmüş gibi yayılmış kumlar
İlerisi, göremediğimiz, henüz keşfetmediğimiz
Yüzü, gözleri
ve saçları
Hangisini saysan borca bulaşık, hepsi için, bilinmeyen, hatta olmayanlar daha
Aklına ne gelirse söyle, onu da istiyorum
Tutuşmuş toprak birikintilerinin içindeyim bak
Suyun yükselişi akıl yitirten; vardiyanın dalgalarından geliyor
Burası bir, karın kıştan farkı yok, dağın çukurdan
Kanımın anasından uzanıyor
Bakarsın ki kurtulmuş kaçıp, devletin yüz binlerce sakini
Ben elimde çekicim, kulak arkamda birer kalemle yarım bir sarma
En ortasına yürüyorum
Hiç dünyalar gezmediğine inanıp, güneşin her saniyesiyle değişen ışıktan
Mevsim geçişi, farklı renklerden
Neyi bilirsem onun içinden, düşlerimde dolaşsın, koyacak yanlar bulup
Rezil bir caddenin sandalyesinde, bu dersi kutbun hakimine kim öğretti sanıla
Gözlerinin akı akmış, yüz elli adım ötesinde ciğerlerim ondan tıkalı
Seni görüyorum
Ne dil döksem küçümsenme meraklısı
En basiti tutunduğum su
Varlığıma tanıklığın onunla olsun diye
Öylece dururken ve izlerken sen, önce elin yükseldi yavaş yavaş, birkaç ömür sürdü her hareketi
Sonra yüzün eğildi biraz öne biraz yana,
Vücudun ileri yöneldi, hepsi birbiriyle buluştu
Mum tokatlarmış gibi sallandım o hareketiyle
Her an durulup yeniden coşmak, bir an duyup sağır kesilmek evrenin tüm gürültüsüne
Şiddetin doruğu kadar soğukken tüm dünya, bir anlığına sonsuza dek orada,
Mavinin isyanı kadar ferahlatıcı
Bilmem kaç avcının bıçaklarını çiğnedim de bitti duyulmayanlar
Üstüne ne söz edesim var karaca boynundan
Yalnız bu da yalnızca ilk baktığım andan
Ne de yüce görevlerden görev, ne büyük işlem
Ki bir saniye üçer çağ onları söylerken
Her açıdan bilmem gerek, dönmen ve dönmen
Orada her şey yitik, yol anlarının izi
Tükenmez bir yokluk başlıyor sırlı örekten
Sanı unutulmaz her kesit kesitten
Durağın ve balyozun en büyük kanıtı bu
Olmadıklarının, bilmediğimin
Ve bu yüzsüz cevelan hakkımdan geldi
Çırpınışları kanatsızlığından serçeler gibi
Fikri durmayan serin otlakların günlük örümcek yuvaları anlar
Usun nereden başlayıp neye yöneldiğini
Nitekim doğrulduğunda, kalkmaya başlayınca sen
İşte o, bambaşka bir ömrün hikayesi, saatimden gider yılları
Peşkirimin içinden çıkıp dökülür çatlaklara
Yayılımın toy bir kıyamet, bir tırnaklarımı söken, bir yüreğime saplanan