Sokak lambalarının altında,

Gözlerim seni aramayı bırakmalı, biliyorum.

Bir zamanlar olduğun o köşeler, şimdi boş.

Gözlerimi kaçırdığım akşamlarda,

Yoluna bakıp da yokluğunu hissederken,

Neden seni arıyorum, bilmiyorum.

Anılar bir zehir gibi doluyor içime,

Bir metro camında yansıyan yüzümüz,

Her semtte, her durakta

Seni taşıyan o anılar, taş gibi ağır.

Rüzgar yüzüme vurdukça

Sana dair bir şeyler taşıyor.

Bazen, keşke hiç sevmemiş olsaydım diyorum,

Ama sevmek, unutmayı getirmiyor ki.

Senin o sessiz sevgine bakarken,

Elimde kalan eğreti dikişlere sarılıyorum.

Elimde, dalından düşen çiçekler gibi

Sonunda solacağını bildiğim o mutluluk.

Senin için taşıdığım onca kelime,

Bir bir ağırlaşıyor omuzlarımda,

Kanamamak için duymak istediklerim,

Ama her duyuşumda yıkılan kalbim...


Birlikte güldüğümüz her şeyin üstü örtüldü.

Beni hiç güldürmemiş olmanı dilerdim.

Şehirler değiştiğinde bile,

Sevdiğim çiçeği elinde tutmanı,

Kahve ve çikolatayla saatlerce beklemeni,

Ansızın verdiğin o kitabı..

Uzaktan bana gülümsemeni

Eline tutuşturduğum şemsiyeyi kapatamamanı,

Sevmediğim gazozu aldığında bile

Hepsinde sana sarıldığım bir şey vardı.

Belki o günleri bir şişeye koyup denize atsaydım,

Yine de geri gelirdi, biliyorum.

Çünkü sevdiğim bir kahvenin kokusunda,

Bir yağmur damlasında sana dair hep bir şeyler kaldı.


Artık anılar silikleşiyor,

Sanki avuçlarımdan kumlar akıyor.

Bir gün içimden çıkacağını bilerek yaşadım.

Seninle gülümserken bile,

O kopuşu hep hissettim.

Biri demişti, ‘sevmeyi bırakmak elindeki taşı atmak gibidir’

Hayır, taş avuçlarımızda parçalanıyor,

Geriye sadece kumlar kalıyor.


Dalından düşmek için açan çiçekler gibiydik.

Bir baharın içinde solacağımızı bilerek,

O güzel anları avucumuzda tutup,

Sonunda rüzgarla savrulduk.

Her düşüş bir anı,

Her hatırlayış bir yaraydı.

Şimdi, o çiçeklerin solmuş yapraklarıyla,

Rüzgar içimde hala esiyor,

Ama avuçlarımda kalan sadece biraz kum,

O da, bir an esip kaybolacak.