Darağacına asılı duran hayaletim korkuyor boynundaki ipin gerilip kopmasından. Boynundaki ip, ipler... Kimler onlar? Kimlerdi onlar? Kim attı o düğümleri tek tek özenle? Hepsi kişiliğinden kopup ayrı birer bedene ruh oldular. Sekmezdi hiç. Yenilmek yoktu onların kitabında. Kendileriyle savaşır ve yenerlerdi savaşlar boyu özlerini. Bir parçalarının kaybettiğini fark etmeksizin vazgeçerlerdi çabucak o kısımlarından. Bilmezlerdi hiç, o canavarın içten içe onları yiyip bitirdiğini. Delilik çok yakın, çok yakında. En az ölüm kadar sıcak nefesi enselerinde. Kimdi onlar? Birkaç çocuk. Eski, oyunlar oynanan, her yerinden çığlık sesleri yükselen sokağın naif gürültüsüydüler. İçlerinde volkanlar patlamayan bir gün olmadı. Onlar, ateşin içinde, ateşte dövülerek büyüdüler. Erken oldu görmeleri gerçeğin koyu kırmızı rengini. Erken oldu kaybetmeleri içlerinde gürleyen o ırmağın neşesini. Mutluluk aslında hiç olmadı sofralarında. Hep boyunları bükük, kırılan hayalleriyle doldu tabakları. Bitiremediler, arkalarından ağladı yası bile tutulamamış onca hayal. Çok cömerttiler. Taviz vermediler hiç ceplerindekinden. Her gün çıktılar o sokağa yılmadan. Her gün ceplerine yolda düşürmek üzere, kendilerinden bir parça koydular. Unuttular çok eskileri. Hep yenisi eklendi kulak çınlamalarına. Yürüdüler, yürüdüler, durmadan yürüdüler. Yolun sonunu görmeden, onları neyin beklediğini önemsemeden yürüdüler. Durdukça içleri kaynadı çünkü. Sırtlarında taşıdıkları çanta kendilerinden ağır bastı hep. Dolu tüm vakitlerinin içi boş geçti. Anlatacakları hiç bitmemişken anlattıkları kadar kaldılar. Hep eksik hissettiler, düşünmediler fazlasının da aynı yerde duracağını. Renkleri saydılar günün her saati. Kırmızı, mavi, yeşil, sarı... Griydi oysa gördükleri tek renk. Başları hep gökyüzüne dönük, çarpıp durdular rastladıkları her bedene. Göremediler geleceklerini, hep aynı bulutu takip ettiler. Suçluydular. Neden ve kime karşı bilmeden üstelik. Kaçtılar hep, bir ara sokakta yakalanmamak için işledikleri suçlardan. En büyük olanı susmaktı, ikincisi konuşmak. İki ucu da suçtu onların yaşamının. Bir uçtan diğer uca yürüdüler yaşam boyu. Ağlamak mucizeydi onlar için. En saf duygusu buydu çünkü içlerinde yanan şöminenin. Asılan bütün bedenlerdi o şöminelerde yanan. Çığlıklar hep oradan yükseliyordu. İlk gördükleri renk olan kırmızı, orada griye dönüşmüştü. Ağladılar günlerce, aylarca... Yasını tuttular annelerinin, babalarının, kedilerinin, köpeklerinin... Sonra ansızın fark ettiler ağladıklarının kendileri olduğunu. Sigarayı bıraktılar ve bir bardak soğuk su içtiler bu gerçeğin üstüne. Bütün çığlıklar ve gözyaşları bir tebessüme dönüştü içlerinde yanan ateşin sıcaklığıyla. Yola düştüler tekrardan. Daha kaçılacak çok yol var.
Darağacı
Yayınlandı