Gözüne anları, anıları ilişti. Anlam veremediği zamanlarda karşısına dikilen bu anlar onu hep hazırlıksız yakalıyordu. Oysa biraz hazırlığı olsa biraz çekidüzen verse kendine bu kadar derinden yaralanmayacaktı ruhu. İyileşmeye yüz tutmuş bütün yaraları gün yüzüne çıkıyordu da kendi kendini yerin yedi kat dibine gömüyordu.
Anlarının içinde kötülük ve iyiliği beraber arıyordu. Kötülükten yüz çevirdiği yerlerde iyiliğin onu beklediğini sanıyordu. Kötülüğe duyduğu nefretin zıddına dönüşüp iyilikle kendini kuşatacağını sanıyordu. Hep yanılan yine yanılıyordu. Gözünü diktiği iyiliklerin onun göz aydınlığı olmasını bekliyordu . Beklemeye değer olan bir türlü gelip kendini bulmuyordu. Kötülüğü tanıyınca kendini iyi sanar olmuştu da bunun bu kadar kolay olmayacağına aklını erdirememişti.
Hayata dair bütün endişelerini , anlamsızlıklarını , geç kalınmışlıklarını kaygılarını toplayıp erittiği bir kasesi vardı. Ara sıra avucunun içine alıp kasesini bir o tarafa bir bu tarafa çeviriyordu. Kasesini az bir şey sallayınca her şey dökülüp ayrışıyor yine kendi yerlerine oturuyordu. Havada asılı kalan bir şey oluyordu. Ona bir türlü yer bulamıyordu ele avuca sığmıyor kovaladıkça daha çok kaçıyor evin asi çocuğu gibi dur durak bilmiyordu. Tam tuttum sanarken ellerinden kayıyordu. İşte bu anlam veremediği zamanlarda çat kapı gelen onu hep hazırlıksız yakalayan misafiriydi. Bütün anları içinde toplayıp hepsine varlığından tattıran ama kendisine asla hükmedilmeyen zamandı. İşte bu anlarda tekrar tanışıyordu zamanla. Çoğu kez de merhametini değil adaletini buluyordu zamanın karşısında. Her şeyi yerli yerine koyan zamanın bir tek kendine yeri yoktu. İşte bundandır bir orada bir burada hep karşısına dikiliyordu.
Bir şeyin aynı anda hem var hem yok olabileceğini ve varla yokun da bir araya gelince hiçlik olacağını o da zamanla zamandan öğrenmişti. Kendini var eden zaman zamansızlıkla buluşunca hiç oluyor da bütün benliğini görünmez ağrılarla dolduruyordu.