İki göz oda evimizde pinekliyorduk. Her zamanki halimiz üzerimizde, televizyon karşımızda, ateşi hiç sönmeyen soba sanki hep içimizde, gazete kağıtları hala halı niyetine yerde...
“Pek Yakında” filminin o meşhur ‘Andy Warhol’ sahnesi oynanırken bok gibi gülüyorduk. Keyifler gıcırdı, gök karanlıktı ve hayat mücizelerle doluydu fakat dünya sırf bu mücizeler olsun diye ekseni etrafında ekseriyetle dönmeye devam ediyordu. Umut var mıydı bilmem ama var olma sebebimiz tamamen buna bağlıydı. Ve fakat bilenler bilir, hayat biraz da bozulmaya teşne durumların oluşturduğu bir komedi türüdür. İki kişilik dev kadromuzun bu güzel ambiyansını bozmak için mutlaka bir şey olması gerekiyordu o an ve oldu. Kapının zil sesini duyduk. Kardeşim yerinden kalkmamak için zilin ikinci defa çalmasını bekledi. Sonra üç, dört, beş, altı...
“Hiçbir şey için hala geç değil, hala bir şansın var.” dedim. Kardeşim yüzüme baktı, güldü, kapıya doğru yürümeye başladı. Kapıyı açtı. “Gelmen lazım abi.” dedi. Kardeşim lazım kelimesini cümle içinde en son ne zaman kullanmıştı hatırlayamadım, televizyonu izlemeyi bırakıp kapıya doğru yönelirken. Birkaç adım sonra hatırladım. İlkokul ikinci sınıfta ona yapılan bir eşşek şakası sonucu altına sıçmış ve o haldeyken öğretmenine beni arattırıp “gelmen lazım abi” demişti. Bunu hatırladığımda daha da gerildim. Fakat çaktırmadım. Herhangi bir seçimi az önce kaybetmiş Kemal Kılıçdaroğlu gibi gelecek tehlikenin farkında ama eli kolu bağlanmış gibi yürüdüm. Kapının girişinde dayımı gördüm. Gülümsüyordu ve yanındaki kadının elini sıkıca tutmuştu. Birkaç saniyeliğine ben kardeşime, kardeşim dayıma, dayım kardeşime, dayım yanındaki kadına, kadın bana, ben en son dayıma bakışarak donakaldık. Güneşe karşı gayet habersiz şekilde işiyorduk da bundan güneşin bile haberi yoktu sanki öyle bir sessizlik. Sessizliği dayım bozdu.
“İçeri buyur edin de girelim la yeni gelinin süzüldüğü gibi süzülmeyin karşımda.” dedi. Bu cümleyi duyan jet yenge jet hızla kıkırdadı. İçeri girdiler. Rutin sarılma faslı yapmacık hoşgeldinlerden sonra dayım zaten bildiğimiz ve olabildiğince uzak durmaya çalıştığımız hayatını hızlıca özet geçti. İlk iki evlilikte çuvalladığını, hatanın yüzde doksanının o iki salak kadında olduğunu yüzde beşinin şanssızlıklar, yüzde üçünün kader yüzde ikisinin de kendisinde olduğunu söyledi. Sonra biraz nefes aldı, yanındaki kadına baktı, kadının elini tuttu ve üçüncü kez evlendiğini ilan etti. İlk iki yengemizi unutmamızı, ilkinden iki ikincisinden üç tane olan kuzenlerimizle görüşebileceğimizi, üçüncü eşinin yani jet yengemizin azeri olduğunu, evliliklerinde kız kaçırma, adam yaralama, hırsızlık gibi ufak tefek problemler olduğunu, eli silahlı birkaç adamın peşlerinde olduğunu, aileden çok uzak bir hayat yaşadığımız için aklına hemen bizim geldiğimizi ve bizde kalıp saklanacaklarını söyledi. Tüm bunların üzerine neden sorusunu sormadım çünkü hiçbir neden olmadan bazı şeyler başınıza geliyorsa neden diye sormak her şeyden öte tanrının yaptığı plana saygısızlıktır. Ayrıca her şeyin bir anda kötüye gideceği malum olurken hiçbir şey olamayacakmış gibi davranmak hangi tarihte öğrendiğimi bilmediğim bir huyumdur. Bu iki kılcal sebepten dolayı 'iyi yapmışssınız' dedim ve sadece evin mutfağına gidebilecek olan kısa yola doğru ilerlemeye başladım ve sadece evin mutfağına geçtim. Çay demlemek için çaydanlığın altına su koyup ocağın altını ateşe verdim. Yanan ocağın ateşine bakarken düşündüm de 'ocağın altını ateşe verdim' alternatif müzik piyasasının aşırı marjinal bir grup ismi olabilirdi. Hatta bu alternatif grup ilk parçasını 'buzunda eridim' diye çıkarmış olsaydı sevenlerine bambaşka bi’ sübliminal mesaj verebilirdi. O sırada ‘abi’ dedi kardeşim, o anda bütün bu düşünceler havaya karıştı. Muhtemelen ordan da çaydanlığın içinde fokurdamaya başlayan suya gitti. Birazdan da o suyu çay yapıp mideye indirecektik. Patlamıştı bizim alternatif müzik piyasasına ambargo koyma hayali. Neyse..
“Efendim canım?” dedim.
“Dayımlarla sen ilgilenir misin dışarda biraz işim var.” dedi. “Olur, burası bende, bak keyfine.” dedim.
Kardeşimi evden uğurlayıp içeri geçtiğimde dayım yeni yengemin gözlerininin içine bakarak “merak etme aşkım, her şeyi halledeceğiz.” diyordu. Elli küsür yaşındaki insanın aşkım demesi bana çok başka bir gariplikte gelse de hoşuma da gittiğini itiraf etmeliyim. Sanki o kelime yaşına yakışır olmayan bir insanın ağzından çıkınca ve sen onu duyunca yaşadığını o an hissediyorsun gibi.
“Ya sen neyi hallediyosun yine be dayı.” dedim, gülerek. “Nağpacan lan” dedi bana. “Sen söyle bakim hala işsiz misin?” diye de ekledi. Koşturuyoruz ya projeler var demek yerine hiç kıvırmadım. “Senin haberin yok mu dayı ben komedyen oldum. Çok enteresan bir iş, insanları güldürüyorsun ve para kazanıyorusun.” dedim. “Yiğenim böyle bir iş varsa ben neden kasaplık yapıyorum amınakoyım almanyada.” dedi dayım. Güldük.
Et kesmekle insan güldürmek arasında derin bir bağlantı var mıydı diye düşünürken ben, kadın azerbaycanda da böyle bir iş olduğunu ve 10 manatlık bir stand-up’a gittiğinden bahsetti. Kaç yıldır bu işi yaptığımı sordu. İki yıldır bu sektördeyim, elektrik faturamı ödeyecek mertebeye ulaştım önüm baya açık dedim. Kahkaha attı. Beni daha çok tanımak istiyormuşcasına etrafa bakıp neden bu kadar çok kitap var evde dedi. “Okumayı severim.” dedim. “Okur, okur bomboş okur .” dedi dayım. “Üniversite okudun mu?” dedi kadın. “Okudum, maalesef siyaset bilimi okudum.” dedim. O an kadın, sanki herhangi bir meydanda on binlerce insana ablanızın pıttığı size feda olsun diyen Tansu Çiller gibi gözleri ışıl ışıl parlayarak bana baktı. Ya da bana böyle geldi. Bilemiyorum. Kadın tam bişey söyleyecek gibi olduğu sırada dayım araya girdi yırtık bi’ don gibi.
“O zaman sen şimdi milleti güldürmek için mi okumuş oluyorsun?” dedi kahkaha atarak. Kadın da gülümseyerek eşlik etti bu kahkahaya. “Sen bakma dayına ben sana inanıyorum.” dedi. Sanki onun inanmasına ihtiyacım varmış gibi. Gerçi onun neden böyle bir cümle kurduğunu da biliyorum. Yeni girilen bir ortamda onaylanmak isteyen insan yalandan kuruyor böyle cümleleri, genelde. Muhtemelen onaylanma ihtiyacından. Çünkü birkaç defa onaylanan insan kendini daha rahat ifade eder. Ortama ısınma süresi azalır. “Evet, ben okudum milleti kendine haline güldürüyorum herhangi bir siyasetçi okumadan ülkenin haline güldürüyor. Ne iş ben de çözemedim.” dedim. O sırada kadın sanki daha önce söylemesi gereken ama laf arasında kaynayıp giden cümlesini hatırlayıp gözlerini fal taşı gibi açarak “evet, ben de onu diycektim. güldürü de siyaset yapma Aliyev tutuklatmıştı.” dedi. Aliyev kaç manatlık adam da tutuklatıyor diye düşündüm, kadının gözlerine bakarken. “E doğru yapmış, sen de itaat etseydin sen de siyasetçi olurdun boşa debelendin yerinde.” dedi dayım, balkona doğru açılan bir camdan minik bir serçenin içeri girip süzülüşünü izleyene kadar da benle ilgiliydi tamamen. “Aha üveyik girdi içeri.” dedi. “Yok, o serçe dayı.”dedim. Üveyik de ısrar etti. Vardır bir bildiği dedim, üstelemedim. Üveyik ya da serçe adı her neyse, o kuş bize mini gösteri yapıyormuş gibi salonda bir süre uçtu ve sonunda televizyonun üstüne kondu. Üçümüz de çok dikkatli bir şekilde o tarafa doğru kitlendik. Konuştuğumuz konular esrarengiz bir şekilde havaya dağılmıştı çünkü kuş bir anda tüm dikkatleri üstünde toplamıştı. On santim var ya da yoktu, kanatları kahverengiydi ve gerdanında siyah bir leke vardı. Minik gagasını birbirine vuruyor ve gözleriyle bizi süzüyor gibiydi. Hepimiz ne yapacak acaba diye histerik bir düşünceyle gayet heyecanlı ve çok sessiz bir şekilde ona bakarken o televizyonun üstüne sıçtı. Sonra hiçbirşey olmamış gibi kitaplığa doğru uçtu ve oraya kondu. “Aha, üveyik sıçtı.” dedi dayım. “Yiğenim bu şans demek, git loto oyna ya da at yarışı.” diye de ekleme yaptı. Televizyona doğru baktım. O küçük boka odaklandığım anda telefonum çaldı. Arayan kardeşimdi. Açtım. Boğuk sesli bir adam “Şimdi kapının altından bir zarf gelecek lütfen okuyun.” dedi ve kapadı. Hem kafamın hem salonun içinde oan sanki ‘Peyk’ grubu ‘derdini bul’ çalıyordu. Ne olduğunu anlayamadan kapıya baktım. Bir anda içeri itilen zarfı gördüm. Kapıya doğru yürüdüm. Zarfı açtım.
“Qardaşın bizdə. Biz vəziyyətin gərginləşməsini istəmirik. Qadına ver, uşağı götür.” Yazısını okudum. Dayıma döndüm. “At yarışı şansla o kadar da ilgili bir şey değil.” dedim.