Hayat zordur,
bir iç deniz kıyısında kavradım bunu
İç çekişler, yaygaralar, nöbetler
Ve giderek artan kokusu tuzun
Yüzüm güvenilecek bir şey değildir artık
O, gres yağını yargıç cübbesinde ağartan
O, hayatı cana zor kılan lüzum
Gibi sümenler, ıslak imzalar, senetler gibi yüzüm
Ağaracak bir şey değildir artık
Kalbim hafif değildir eskisi kadar
Düşüncelerim takılıp kaldı mahvın çengelinde
Nazende savrulan yitik geceden
geriye bir eski gocuk kaldı
Akan ve aktıkça durulan kanda
İsli bir mintanla bir çocuk kaldı
göğsünde kavganın saf cevahiri.
Yüzüm sevilecek bir şey değildir artık
yağmurca terk etti ormanlarımı
Kuşlar uzak iklimlerden ötüyor
Turfanda bir yolcu suya eğilip
arıyor arıyor yitiklerini
Ay ağır bir türkü gibi hüzünlü
Sesleniyor suya balık ve yıldız
feveran içinde yalnız bir yolcu
Eğinde dağlardan dönüyor sesi
Erzurum demekle geçilmeyeler
Erzurum demekle orada bir tablo gibi pastelden
burada kara borsaya düşen bir bilet
gibi bir masal gibi bir hayal gibi
yağmurda ıslanan yüzüm
eksiliyor takvim yaprakları içinden
eksiliyor ki kalacak değildir
Bir Hindu Seylan’da göğe bakıyor
Yüzüm yüzlerine,
rüzgârın ıslığı tine batıyor
Yine bir Erzurum yine bir gurbet
geçerim demekle geçilmiyor
Hakan tanınmıyor şiiri bilinmiyor
Bulunmuyor yiten, yiten, yitenler
Kışlarlar yatıyor dağlara yaslı
Şehirler bir hüzün istilasında
Ağır şeyler dolanıyor dilime,
kalbim de hafif değil artık eskisi kadar
Çocuklar, bağçeler, kiraz dalları
Nerede, nerede, nerede...
Yürüsem kıvrılıp giden yolları
ve suda Hindu’yu yolcuyu turfanda
yüzümü duvarda, öylece susup
Geçsem denizleri yağmur yağarken
Bende hiçbir izi kalmasa çağın
Acıdan, gurbetten, trenlerinden
Savursam atbaşı giden hasreti
İzmariti ezer gibi yüreğim bir şiiri söndürürken içimde.
Biletler, begonyalar, tekmiller...
Ayın şavkı belirmiyor yüzümde.
Yüzüm ki ağaracak bir şey değildir artık.