Hayatımı bir çalışmaya adadım.

Binlerce benlik anlar içinde.

Binlerce ben var benlik içinde.

Bazı benler baskın geliyor bazı anlar içinde.

Temkinli değilim ben.

Hepsine birer parça dağıttım kendimi.

Bir ağaçtım ben, gölgem vardı.

Köklerimi alıp taşıyamadım.

Gövdemden kestim kendimi.

Dallarımı dağıttım bin bir yere.

Alın dedim, deneysel yaşamım benim.

Kim filizlendirirse çeliğimi.

Onun bahçesinde çiçek açacağım.

Çünkü ben de bilmiyorum ait olduğum iklimi.

Bütünlüğümü bozmadan gitmeye zaman yetmezdi.

Ancak kaybolmayı göze alan bulur kendini.

Herkes ineceği durağa varmış.

Olduğu yerden yön tarif ediyor bana.

Önümde üç yol var.

Üç kum saati lazım gelir,

Tek tek sonuna gidip bakarsam hepsinin.

Olmaz. Kum yok o kadar.

Bir kum saatim var benim, herkes gibi. Tek bir tane.

Şimdi dağıttım, üç yola böldüm kendimi.

Hakikatim duruyor birinin yolunda.

Yol benim, ancak benimle, ama şimdi bensiz.

Beni görünce bağıracak bana.

Seni bekliyordum gitmek için.

Fazlalıklarından kurtulmak ölüm.

Yaralarını sarar senin yolun, 

Büyütür seni yeniden.

Bu sefer gerçek senle. Yeniden doğum.

Kesiklerini dikmeye çalışmak olanaksız.

Azı dökülmüş kum saatini ters çevirmek gibi.

Yeniden başlatmaz hayatı, ölümü yaklaştırır aksine.

Dedim ya, deneysel benim yaşamım.

Hipotezim bu. Tüplerin altını da yaktım çoktan.

Kanıma şiir karışmıştı.

Havaya şiir karıştırdım ben de.

İçim dışım şiir şimdi.

Korunacak bir şey yok, korkmam ben.

Ne gözlük ne maske ne eldiven.

Yalınayak yürüyorum zehirli yollarında.

Bulacağım formülünü elbet yaşamın.

Ya da ihtimal ki ararken öleceğim.

Belki bir ismi yok bu deneyin.

bir kostümü de yok yaptığım işin.

Ama ölsem de giymeyeceğim onların önlüklerini.

Göğsüme yapıştırmayacağım etiketlerini. 

İsmim de yok benim.

Binlerce var benden anlar içinde, 

Biricik. Bir tane ben. Eşsiz. Herkes gibi.

Kum saatinin içinde aşağı düşen her bir tane,

Beni arayışıma yaklaştırıyor günbegün.

Kumdan ibaret değilim ben.

Bir taş var içimde, o deliğe sığmayan, ölümsüz.

Zamanın akışını durduracak kadar büyük.

Biliyorum içimde.

Bir gün boğumuna yerleşecek saatin.

Bilemem, o gün ne kadar kalmış olacak benden.

Ama ölümsüz olacağım o gün.

Bana inanmayanla işim yok benim.

Zamanı durduracağım bir gün. 

Zamanın içinde takılı kalacak ifadelerindeki şaşkınlık.

O gün geldiğinde ölümle bitmiş olacak işim.

Bedenim amacını tamamlamış.

Zihnim sonsuzluğa yükselecek ölülerin içinden.

Kafesinin kilidini bulmuş bir kuş gibi.

Onlar kafeslerinin içinde, öldürecekler ruhlarını.

Aramadılar çünkü, cesaret etmediler.

Beni kaybolmuş ilan ettiler.

Göremediler. 

Benim kaybolmuşluğum anlar içindeydi.

Buldum ben kendimi.

Ol dediler bana, biz olduk dediler, sen olmamışsın. Ol dediler. 

Olmam dedim, olmak; ölmek.

Arayacağım ben, bulurum ya da bulmam.

İsmim yok benim, hayatım deneysel.

Kendim seçiyorum eylemlerimin ismini.

Öldü demeyin arkamdan. Size ait ölüm.

Yaşadı olacak ismi benimkinin. Yaşadı.

Aradı, deneyseldi hayatı. Zamana kanca taktı.

Akreple yelkovanı tuttu. 

İkisini de istediği saate bağladı.

Hangi saatte doğduğunu merak ederdi hep.

Hangi saatte öldüğünü bilmek imkânsız.

Tuttu zamanı. Saati üçe bağladı.

Yaşadı. Üçün içinde. 

Sonsuza kadar takılı kaldı zaman çizgisinde.

Akışa bırakamadı hiç. 

Korkmadı hiç ölümden.

Her gün öldürdü kendini.

İsminin önüne konulan bütün sıfatları öldürdü tek tek.

Her zaman içine su serpti ölüm.

Ne zaman köşeye sıkışsa, ölümle korkuttu herkesi.

Öldürmekle değil. 

Varlığından söz edilemezdi gerçi onun.

Rüzgârdı o, hiçbir kalıba sığmazdı. Taşardı.

Onunla kavga eden herkes aptaldı.

Hepsi birer Don Kişot.

Akamadı hiç zaman çizgisinde. 

Rüzgârdı o.

Esip gürledi, yıkıp dağıttı her şeyi.

Sonra saati üçe bağladı. Üçe kendini.

Ne zaman dindi dese, ufak bir esinti daha kaldı hep.

Bu şiir gibi o da; bitemedi.

Anaforlar yarattı kimi zaman. Yer yer fırtına.

Bu şiir gibi metaforlar yarattı. Bitmedi.

Bir rüzgâr gülü anlardı yalnız onun hâlinden. 

Ona dur demeden yön gösterecek tek o vardı.

Onu da bulamadı henüz.

Hep bir şişenin içine hapsetmeye çalıştılar onu.

Ufak bir delik yetti hep ona kurtulmak için.

Yazgısında yok ki hapislik.

Onu anlamak için rüzgâr gülü olmak gerekir.

Saati üçe bağladı şimdi. Üçe kendini.

Kendi isteğiyle duruyor. Bekleyecek.

Rüzgâr gülü gelip zamanın iplerini kesene kadar.

Fırtına olmayı çoktan bıraktı.

İstikrarlı esen naif bir rüzgâr olmak hayali.

Kötü niyet yok içinde.

Onunla savaşan Don Kişot’un yanan bedenine bile,

Huzur veren serin bir rüzgâr olup değecek.

Tozu toprağı kaldırmayı çoktan bıraktı.

Ağaç yapraklarından şarkı yapmak hayali şimdi.

En büyük kötülüğü, sonbaharda ölü yaprakları düşürmek 

dallarından.

O da yeniden doğuş için zaten. 

Kötülük saymasın kimse bunu.

Malum işte, eller buluyor doğruyu.

Hangi yoldan giderse gitsin,

Kendi sonuna varıyor insan.

Nereden başlarsa başlasın her gün yeniden yazılan bu hikâye,

Değişmiyor, sonu hep aynı.

Yeniden doğuşlar ve ölüm.

Saati üçe bağladı, üçe kendini.

Zamanı durdurdu. Bekliyor. 

Her zaman rüzgâr gülünü bulmaz rüzgâr. 

Aramayı bıraktı. Bekliyor.

Saati üçe bağladı şimdi, üçe kendini.

Asılı kaldı zamanın içinde, 

İplerin kopmasına bakar her şey.

Bir fısıltı gibi başladı, çığlık olacak sonra.

Rüzgâr gülü duyacak sesini.

Ölmedi, yaşadı, yaşıyor.

Atalet, bekleyiş; duruyor.

Geldi daha önce, görmüştü. Tanıyorlar birbirini.

Gelecek biliyor. Bulacak onu rüzgâr gülü.

Durmuş. Bekliyor. Saati üçe bağladı, üçe kendini.