Deniz civa gibi yoğun , metalik renkli.
Kayalara tutunmaya çalışanlar vardı.
Deniz çekilmiş su üstünde kalmışlar.
Bi tutam yosun ve kaya midyeleri.
Yosun anlamaz suyun dışında olduğunu.
Kurur , solar , taştan ayrılır gider.
Ama midye tutunduğu kayaya öyle yapışır ki.
Bırakırsa altı ıslak mı , kuru mu bilmez.
Şansını dener , direnebildiği kadar kendince.
Sonunda ya su yükselir kendini salar.
Yada su yükselmez orda kalır.
Parçası olur kayanın aynı o gibi siyah.
İkisininde ortak tarafı vardır aslında görmezler.
Yosun ve kaya midyelerinin gözleri olsa.
Yosun ölüm zamanının yaklaştığını bilir.
O narindir ve susuz pek dayanamaz.
Manzaraya karşı dalar, kabullenir.
Kurur, solar, boş gözlerle bakarak ayrılır kayadan.
Ama midye ise aşağıda su var mı bakar.
Suyu bulunca güneşi gülümseyerek selamlar.
Benim ihtiyacım su , senin güzelliğin değil der.
Manzara umrunda olmaz dalar sulara.
İçi ferahlar kendini bulur serinlikte.
İçer içer doyana kadar , deniz onu içine alana kadar.
Yuvasını , kayasını ve seviyesini bulur.
Artık sular çekilsede seviyesi belli oldu.
Yuvasında güvenle manzarasını izlerken
Keşke daha erken görebilseydim der.
Bırakırsam kayayı ıslak mı , yoksa kuru mu ?
Ne diyelim bizim gördüğümüzü görenler bizi bulsun.
Yada biz onları bulalım derim.