Öncelikle hepinize merhaba… Ben, iç sıkıntım ve ondan doğanlarla bugün tekrar gün yüzüne çıkıyoruz. İşte karşınızdayız! Merhaba sana ey okuyucu!


İyi okumalar...


Birini sevmenin bedeli zaman zaman bedeli çok ağır olabiliyor...


Zamanla altında ezilebiliyorsun.


Ben en mutsuz satırlarımı en mutlu günlerde yazıyorum. Örneğin bu satırları bir düğün masasında yazdığım gibi. Düğünde de bunları yazmazsın demeyin, hemen ön yargıya kapılmayın, satırlarımın devamını okuyun… Zira kendimden nefret edip tiksindiğim günleri, ayları yaşıyorum... Sebebini bilseniz Allah muhafaza... Tabii ki de bütün okuyacaklarınızı oturup düğünde yazmadım, 5 dakika sonra muhtemelen el çırpıp oyuna kalkacağım. Ruhumun dalgalarını ve istikrarsızlığını (uçlarını) varın siz düşünün ama temelini düğünde attım. Hayatım gibi yazılarımı da parça parça toplayıp dağıtmaya devam ediyorum…


Devam satırlarımı bir kafenin en üst katında Zeki Müren - Zoruma Gidiyor şarkısıyla getirmeyi uygun buluyorum. Paragrafımın sonunda şarkının bir dörtlüğünü bulacaksınız… Belki aramızda sevenler olur. İyi dinlemeler efendim… Manzaram çok güzel… Buradan bir fotoğrafla yazımı süslemek güzel olacaktır… Yazılarımı bir oturuşta doğuramıyorum. Tortu gibi birikmesini bekliyorum ruhumun dehlizlerinde… Bu aralar yazarken sürekli dağılıyorum, zor toparlıyorum kendimi. Bugünlerde içim daha çok daralıyor gibi hissediyorum. Bir sonu, ucu bucağı yok mu bunun Allah’ım? İçimdeki bu kasvetli havanın yağmurlar getirip yağmurun da çiçekler açtırması dileğiyle…


Bir gün sevdiğimi anlayacaksın

O zaman ellerin bomboş kalacak

Beni kaybedecek, ağlayacaksın

Gücüme gidiyor böyle yaşamak*


Fark ettiyseniz 2 sene sonra yazmaya başladım. Neden diye sorgulayanlar olabilir. Aslında (zannediyorum ki) Oğuz Atay’ın Tutunamayanlar kitabına denk geldi her şey. Tabii ki yazmamı sadece ona bağlamıyorum. Bu belki de bir bahaneydi… Daha fazla detayını sormayın, ben de bilmiyorum veya kendime bile itiraf edemediğim bir şeyler zuhur ediyor hayatımda. Belki de geçmişin getirdiklerinin ya da zamanın hiç götüremediklerinin 2. raundu (Aşağılık duygularını açıklamaktan mı korkuyorsun? Korkak seni. Geleceğin ne getireceğini bilmediğin için korkuyorsun. Şeref yoksunu seni, sus sus sus yeter...). Kısaca okuduğum sırada yaşadığım bazı olaylar içimdeki derdi gün yüzüne çıkardı… Dertlerim, sıkıntılarım tekrardan gün yüzü gördü!


Ey kalbim, neden sürgün ettin beni yurdumdan ya da yurdum sandığım topraklardan? Nasıl bir sınav bu Allah'ım... Kalbim, kalbim, kalbim kaldıramıyor bunları; görmüyor musun? Ruhum, şimdi duygularımın elinde bir oyuncak. Neden, neden, neden? Neden bu sürgün ey kalbim? Ey kalbim nereye bu sürgün? Nerede başlar, nerede biter? Kaçıncı sürgün, kaçıncı iç ağrısı, kaçıncı ah bu... Bilmem neresinde yanıldım ben bu hayatın…


Derdimi kim bilir, kim bilir, Fevzioğullarından Mahmut bilir… Kimdir bu Mahmut derseniz derdimi bilip çözüm sunamayandır derim. Derdinin çaresini bilene anlat derseniz de işte öyle birisinin varlığından emin değilim. Sanırım bu bir iç çatışmam. Belki de vurulup kalacağım kalbimin en doğusundan en batısına…


Kader-sınav-nasip üçgeni içinde savrulup duruyorum. Bu belki de kendimi bulma çabam da olabilir. Bu sıralar Allah’la da çok yakınlaştım… İşin açığı kendimi de kötü hissediyorum. Sadece işi düşünce arayıp soran arkadaş akraba gibi pislik akıyor kalbimin sularında sanki… (Allah’ım sen Zümer Suresi 8. ayetteki bahsettiklerinden eyleme, amin.) Çok pişkinleştim, çok… İyice tiksindim kendimden. Aşağılık Kaan seni. Nasıl da yaptın yapmam dediğin şeyleri… Nasıl da boka battı yine, yine, yine hayat yolculuğun, hayallerin, düşlerin. Sen de tutunamadın, bak işte. Yoksa sen de Selim gibi… Zaten tutunmak kimin harcı ki bu dünyada? Belki de çağımızın vebasıdır bu, bilemiyorum… Her neyse… Tanrımız Allah sonumu hayır etsin.


Özleyip de vardığım her yerden, hemen kaçsam diyorum

Ne aradığımı biliyorum, ne bulduğumu

Bilmem neresinde yanıldım ben bu hayatın?

Yüreğimi kabartan o sevinç, şimdi sonsuz bir acı oldu.


05.08.2023