Canınız yandığında tanıdığınız, tanımadığınız diğer insanlar bunu ne ölçüde hissedebilir?
-Neresi acıyor?
-Çok acıyor mu?
-Nasıl oldu bu?
-E neden anlatmıyorsun?
Düşünüyorum da sorulabilecek kaç hatır cümlesi bulunuyor ki zaten?
İnsan bunca ardıllı soru karşısında bir an yalnızca durabilir.Çünkü derinin kat kat altındaki kemik parmaklıkların baş iblisi, sizi buruştura buruştura çarparken konuşmak güçtür.Öylesine bir çarpıştır ki bu, uzun ve derin her solukta harlayıcıdır, kavurucudur, susturucudur.
Daha sıcak olanı ise böyle bir grup iblisin aynı çatı altında, aynı odada çarptığını görmektir. Acıların, gürültülerin, suskunlukların bir olduğu ve dertleri katmerlendikçe oda duvarının kalınlaştığı bir grup yorgun göğsün; feleğin halı deyip bastığı somurtuk bir avuç yüzün aynı çatının deliklerinde pineklemesi...
İnanın böylelerinden Yaratıcı dahi çekmiştir elini eteğini. Farkında olunan iç kayıplar oyuk oyuk etmiştir böylelerin bedenini.
Dışarıya ses vermeyen, perdesi kapalı, güneşe küsmüş bu oda onlar için adeta bir ateş ocağıdır. Olaylı odanın farz prensibi ise katı ve basittir:
İçerde yansa, kıvransa da bu sırdan beden,
Güneş ve güneşlilere lal doğacaksın ey neden!
İşte bu sebeple sokakta önünden geçerken kafa çevirdiğiniz her pencereye
"Kim bilir senin odanın derisi ne kalındır?"
Deyin, deyin ki bu deri en azından bir yabancıdan soluk çeksin...