GÜN-11

İstikrar! Belki de en uzak olduğum kelimelerden biri olan istikrar üzerine konuşmak istiyorum. Bu kelime var ya bu kelime... Ne hallere soktu beni bir bilseniz. Her şey hakkında bilgisi olan, aklına gelen her kulvara bir çocuk gibi elini sokmuş ancak istikrarsızlık sebebiyle hiçbirinde uzmanlaşamamış bir adam oldum. Bu ara düşündüm ki, bir müzik dünyası kaldı kolumu sokmadığım. Üflemelilere de hep bir tav olmuşumdur zaten. Mızıka alayım dedim, araştırdım falan azcık. Youtube'tan öğrenmeyi planlıyorum. Şu yazma mevzusuyla hayatıma girmeyi ilk kez başarmış istikrar, eğer kendini mızıkada da gösterirse çok mutlu olacağım. Bence ben daha çok mutlu olmalıyım. Hep mutlu olmalıyım! Daha mutlu olmalıyım. Canım rabbim, duy sesimi! Hayatım harikaya yakın gidiyor. Uzun zamandır kalkmayanı da dirilttik. Benim sihirli güçlerim var. İnsanların zihinlerini kontrol edebiliyorum mesela. Görüp görebileceğiniz en büyük manipülatörlerden biriyim estafurullah. O yüzden bana insan gerek. Bolca insan. İnsan sirkülasyonu. Derman-insan eğrisi. Güzelim düzlemleri doğrularla bozdunuz. Doğru adamı bozar kardeşim. Doğru adamın başına hep bela gelir. Orospu çocuğu olacaksın bu devirde. Herkes sikiş peşinde. Sikin havada dolanacaksın. Domalanı gördün mü çakacaksın. Güçlü olacaksın, kaslı olacaksın. Kasap bıçağıyla oynarken "benim bacak kaslarım çok kuvvetli, bana bıçak girmez" deyip bıçağı bacağına saplayan, etrafı kana bulayan arkadaşım vardı mesela. Sokaklar acımasız arkadaşlar. Sokaklar eril, sokaklar savaş alanı. En çok da hayvanlar çekiyor çocuklardan. Kuyruğunu kesen mi dersin, götüne torpil sokup patlatan mı? Kafasını taşla ezen, sapanla vuran, egzoza sokan, suda boğan... Çocuklar birer canavardır diyorum, onlar bizim ümidimiz diyorsunuz. E ümit de kocaman bir canavar değil mi; insanı yiyip bitiren, olmadık işler yaptıran... Deli olmak çok zor. Günün üç saatini harika, beş saatini ölü geçirmek çok zor. Bunlar arasında kontrolsüzce geçiş yapmak, sonra sadece yok olmak istemek çok zor. Pencereden baktığında, koca körfezi, insanlığın ışıklarını, demirlemiş gemileri, uçuşan yarasaları görememek çok zor. Dolunayın olmaması çok zor... Nefes alamamak, göğsünde oturanla konuşamamak, titreyen ellerle, yetersizlikle, paranoyalarla, yüzlerce senaryoyla baş etmek de çok zor. Bütün bunlar sonsuz mutluluğun ardından geldiğinde, içinde kelebekler uçuştuğu o anda ortaya çıktığında daha zor.  

 


GÜN-12

Bir gece parka iki polis geliyor. Kimlik kontrolleri, götüne kadar üst aramaları... Rutin tacizini yaptıktan sonra, orada eroin içtiklerini, met pişirdiklerini, kedi kestiklerini düşündükleri sessiz sakin çocukları rahatsız edecek bir şey bulamayıp yanan ateşe dönüyorlar yüzlerini: "Söndürün bunu!" diyorlar. Çocuklardan biri diyor ki "Nasıl söndüreyim? Koca ateş..." Polisin yüzündeki nefret dolu ifade değişmiyor: "Bana ne lan nasıl söndüreceğinden. Sönecek bu ateş! Nasıl yaktıysan öyle söndür" diyor. Öyle mi? Diye içinden geçiren çocuk, bir eline kozalağı, diğer eline odunu alıp atıyor ateşe. "İşte böyle yaktım" diyor. Sonrası malumunuz. Bir temiz dayak. İşin sonunda ateş sönmüyor. Prometheus'un insanlığa bahşettiği ateş sokaklara düştü arkadaşlar. Onu söndürmeye kimsenin gücü yetmez. Grejuva gibi, bir yerine su dökersen daha çok yanar. Yandıkça dumanından acılar çıkar. Görünmezlerin, yalnızların, dışlanmışların acıları karışır doğaya. Nasıl dinecek bu acılar? Zamanla değil mi? Evrenin sürekli tükeneni, yanında her şeyi sürüklüyor. Kocaman bir karadelik gibi değil mi? Ya evren dediğimiz şey kocaman bir karadelikse? Ya biz karadeliğin içinde yaşıyorsak ve her şey o yüzden böylesine tükeniyorsa? Evren genişliyormuş sürekli. Genişler tabi, karadelik çünkü. Her şeyi çekiyor içine. İnsanoğlu uzaya açılıp yakın çevreye hakim olmaya başladığında, koloniler kurulup, uzay madenciliği geliştiğinde, uzaylı köleler sergilendiğinde, GF-2857 gezegenine çıkarma yapıldığında anlayacaksınız. Elimiz oraya uzandığında, gözümüz evrenin sonuna uzanacak çünkü. Şu andan örnek alın; elimiz Marsa uzanmışken gözümüz kaç bin ışık yılı uzağa erişti. Hayat birikimdir. Teknoloji de öyle. Patlayacağız ve bu patlama bizi yok etmeyecek; yukarı fırlatacak. Korkaklara kıyamet, akıllılara cennet olacak mahşer. İnsanlığın gücü dünyayı yok etmeye yetmez. İnsanlığın gücü hayatı yok etmeye yettiğinde, insan yaşayacak yeni bir ortam inşa eder. Buzul çağında olduğu gibi. Her zaman ikinci bir yol vardır bu hayatta. Ve insanlık bu ikinci yolu bulmada ustalaşmıştır gensel olarak. Koca DNA! Kaç yüz milyar milyon yıllık bilgi yazıyor içinde, tane tane. Doğru zamanda, hayatta kalacak yolu bulur insan. Bireyinden toplumuna. Toplumundan kolonisine. Altın çağ, insanlık uzaya hükmettikten birkaç yüz yıl sonra gelecek arkadaşlar. Uzaydaki sıkıntılarla boğuşmaya başlayıp dünyayı unuttuğunda insanoğlu, önce kocaman bir sefalet, ardından altından bir çağ gelecek. Ve ne olacak biliyor musunuz? Sokaklardaki ateş yine de sönmeyecek. Işın tabancaları çekilecek, karaborsadan alınmış. Bu gece ekstraya girdim. İçimden zamanı ileriye almak geliyor ama ne mümkün? Tükenme hızını da değiştiremiyoruz değil mi zamanın? Değiştirebiliyoruz aslında. Meşgul ettikçe algımızı başka şeylerle, zaman daha hızlı geçiyor. Zaman sabit aslında, sen deliriyorsun. Zamanı tükendikçe deliriyor insan. Çünkü daha önce de dediğim gibi, zaman etrafındaki her şeyi tüketiyor. İnsan aklını da... Her şeyimizi alıp gidiyor bizden. Benim her şeyimi elimden aldı bir kez hayat. Kalktım ayağa, geri kazanmaya çalışıyorum şimdi. Başaracağım da. Hem de öyle bir başaracağım ki bütün memeler benim olacak. Kadınlar güzel hayvanlar. A-a kadına hayvan dedi. Kadınlar çiçektir bir kere. Yok, kadınlar kadındır, çiçek anandır. Hayır babandır. Baban olur. Senin baban bir çiçekti yavrum. "Papatyam benim" derdi anneme mesela. Seviyor-sevmiyor. Onun yaprakları hep çift sayıydı. Kendini seviyor, başkasını sevmiyor. Seviyor-sevmiyor. Beyaz yaprakları dökülmüş, kurumuş sarı babam benim. Zehirli, dikenli, esrar kokan baba. Baba döver. Baba aldatır. Baba çeker kokaini, içer on beş tane birayı eve baygın gelir. Yatağa işer baba. Sabah dükkan açar sonra. Evden çıkartmaz anneyi. Kendini asar zora gelince. Herkesi suçlar Jameika içtiğinde. Ayakta duramaz. Kaotik hareketleri, yukarıya doğru uzanmaya çalışan bir yılanınki kadar keskin ve yavaştır. İnsanlar görür, insanlar bilir. Ne yalan söylenir? Beli yarıya kadar bükülmüş, bastonla yürüyen kambur bir dede gibi yavaş ve keskin adımlarla mutfağa gidip saklanmaya çalışırken o, koluna girip yardım etsem anlaşılır mı? Hasta, beli tutuldu, felç, beyin kanaması geçiriyor, komada desem inanırlar mı?  

 


GÜN-13

Bazı günler olur her şeyin ısrarla ters gittiği. Telefonunuz elinizden düşer mesela durduk yere. Merdivenden çıkarken düşersiniz bir anda, omzunuz çıkar. Yalama oldu zaten bu omuz, ota boka çıkıyor. Misafir söylediğinden geç gelir. Otobüs, durakta bekliyordur, sen numarasını görmediğin için yavaş adımlarla ilerliyorsundur, tam otobüs kalkarken numarasını görürsün ve bum! Numarasını gördüğün anda kalkar. Mızıka almaya diye evden çıkarsın, ulan yedi buçukta dükkan mı kapatılır? Maniyle başlayan bir günde, iyi ki ev arkadaşım varmış dersin. Bela olursun başına. Sevimliliğinden dolayı kızamaz sana, ama köpürür içten. En büyük hakkın değil mi kör kütük sarhoşken sabahın yedisinde odana ağlayarak gelip boktan aşk hikayelerini anlatarak seni uyandırma cüretini kendinde bulan insanla uğraşmak? En büyük hakkın değil mi yüzünü her asık gördüğünde iyi olsun diye elinden geleni yaptığın insana bela olmak? Benim neşem yerindeyken, o neşeyi bozmaya çalışan her insana düşman kesiliyorum bir anda. İçimdeki sevginin, içimdeki saygının hiçbir önemi kalmıyor. Her şeyi yap bana ama neşemi bozma. Çünkü o amına kodumun neşesi o kadar nadir giriyor ki hayatıma... O kadar nadir geliyor ve o kadar kısa süre kalıyor ki; kalan tüm zamanımı onun geri geleceği günü bekleyerek geçiriyorum. Bunu iyi anlayın dostlarım. Ben hayatım boyunca en çok neşemi bekledim. En çok onu ümit ettim. En çok onu arzuladım. Bunu saatlerce anlatmak istiyorum ancak bunun bir kıymeti yok. Anlamayacaksınız bendeki ifadesini. İnsanın en büyük hayali neşeli olmak olur mu lan? Sikeyim böyle dünyayı. Sikeyim doğacağım memleketi, aileyi, toplumu, düzeni... Doğduğun yerde başlıyor her şey. Doğduğun yer veriyor sana en büyük kimliği. Üstüne giysiler giyiyorsun, bir yerlere geliyorsun, üst kademelere çıkıyorsun ancak dışardan bakan biri hep görüyor oraya ait olmadığını. Mesela ben hayatım boyunca uzun soluklu, tutarlı, kurgu bir eser veremeyeceğim. Dünyalar yaratıp temellendiremeyeceğim. Beni özel okullarda okutmadılar. Benim yanımda hiç kitap okumadılar. Müzik dinlemediler. Spor yapmadılar. Hayvan sevmediler. Ben her şeyi kendim öğrendim. Ama bu kadar öğrenebildim işte amına koyayım! Yeterli değil. İnsan yaşken eğiliyor. Beni eğmediler. Ben de yamuldum. Nefretle yamuldum. İntikamla yamuldum. Yalanlarla, ihanetlerle yamuldum. Olmak istediğim ve olduğum arasında bölündüm. Can doğdu. Bu dünyanın ona öğrettiği gerçeklerle hayatta kalmayı oyuna çevirmiş bir canavar. Diğeriyse çırpınıp durur inançlarla ve ümitlerle. İnsanın her istediğini öğrenebildiği bir hayat istiyorum. Zamanı geriye alıp, küçükken elime kitap tutuştursunlar istiyorum. Bir müzik aleti versinler. Ben gitmek istemediğimde zorla spora götürsünler. Daha fazlasını istiyorum. Her şey mükemmel olsun istiyorum. En iyisini yapmak, en yukarıda olmak istiyorum. Bunca yıldır bana işkence yapan, hayatımı siken sizlere yukarıdan bakmak istiyorum. Hak ettiğiniz yerde olun istiyorum. Yalanlarınız, hırslarınız, entrikalarınız arasında boğulurken siz, yukarıdan gözlerinizin içine bakıp kahkahalar atmak: "yapmayın çocuklar" demek istiyorum. Boğuluyorum. Hak etmediğim şeyler yaşadıkça daha çok su kaçıyor ciğerlerime. Vurgun yemekten korkuyorum. Suyun üstünde olmak istiyorum. Neşemi geri istiyorum. Neşemi görmekten zevk alan, neşeli olmam için çaba sarf eden insanlar olsun istiyorum hayatımda. Bazen, birileri benim için emek harcasın istiyorum. Çünkü ben hep ikinci adam oldum bu hayatta. Kanımdan gelseydi, mesela bir padişah olsaydım eğer, kardeşlerim kazanırdı tahtı. Ancak bir vezir olsaydım eğer, öttürürdüm yedi alemi. Ben hep gölgede kaldım bu hayatta. Karanlıkların adamı oldum. Siyahlara büründüm, görünmez oldum insanların zihinlerine dokunurken. Biri tutmadıkça elimden, oturduğum yerde kaldım hep. Fikirler ürettim, senaryolar kurdum, ben zaten hep senaryolar kurdum gerçekle hiç örtüşmeyen. Sonra bir anda dediler ki sen değilsin gerçek olan. Bir insanın elinden lak diye alınır mı lan tüm gerçekliği? Bir yıldır alışmaya çalışıyorum sizin gerçekliğinize ey insanlar! Bir yalanın içinde yaşamanın ne olduğunu biliyor musunuz?

 


GÜN-14

Bir bedene kaç kişi sığabilir? Bir bedeni aynı anda kaç kişi sürebilir? Her gün başka biri uyanırken insan, diğer günleri nasıl hatırlayabilir? Bu yüzden hayatım boyunca ders çalışmadım ben. Hep sınavlardan bir saat önce. Garanti olsun, unutmayayım diye. Neler unuttum ben bugüne dek ve neler unutuyorum hala bir önceki güne dair... İlacı bırakmış olmanın verdiği yetkiye dayanarak sizi deli-dolu ilan ediyorum; deliyi öpebilirsiniz. Sabaha kadar senaryolarla boğuşup uyuyamamak. Binlerce kez dönmek yatakta. Durmuyor. Lanet olsun bir saniye bile durmuyor. Nefretimden, öfkemden gözlerim kararıyor. Bu ele geçirilmişlikten kurtulmanın tek yolu savaşmayı bırakmak. Öncelikle seni evine davet ettiğine dair somut bir kanıta ihtiyaç var; mesaj atmasını sağlamalısın. Evine gitmeden önce dışarıdan aldığın orta boy taşı havluya sarıp kendi vücuduna vurarak birçok morluk elde etmelisin. Bileklerini iple sıkıca bağlayıp dakikalarca kurtulmaya çalışmalısın; iz kalana dek. Üzerine birkaç sigara yanığı da hiç fena olmaz. Uzun kollu bir şey giyip eve doğru yollanmalısın. Taşı onun evinin kapısının önüne koymalısın, yakına ancak görülmeyecek bir yere. Genelde mutfakta takılıyor, seni içeriye aldığında oraya gideceksiniz. Fark ettirmeden bir bıçak alıp uygun zamanda diz kapağına dayıyorsun: "Senin götsüzlüğün, söylediğinle yaptığının tutmaması yüzünden benim neşem kaçıyor orospu çocuğu. Sen onu üzüyorsun, o gelip benim neşemi alıyor. Kıpırdarsan diz kapağının altına sokarım bu bıçağı. Sakat kalmazsın belki, ancak her adım atışında beni hatırlarsın bundan sonra." Tepkisine göre ikiye bölünüyor plan. Korkup konuşmaya başlayacak ve olumlu etki yaratacak. Ona karşı davranışlarını düzeltecek. O ise tüm bunları senin yaptığını öğrenecek ve sana karşı daha fazla sevgi hissedecek. Daha fazla sevgi hissedince daha yakın olacak. Şimdi en önemli trik geliyor arkadaşlar. Birine zarar vermek istiyorsanız önce sizi sevmesini sağlayacaksınız. Bu bir ihtimal. Diğerinde ise bıçağı diz kapağına sokmadan önce imdat, kurtarın, ne olur yardım edin şeklinde bağırıyorsun. Sonra bıçağı sokup dışarı kaçıyorsun. Taşı almayı unutmuyorsun. Birkaç evin kapısını, zilini çalıp ortalığı imdat çığlıklarıyla iyice ayağa kaldırdıktan sonra dışarıda kuytu bir yer bulup kafanın arkasına taşı vuruyorsun. Eğer bayılırsan muhtemelen komşular seni bulur ve hastaneye götürürler. Bu harika olur. Eğer bayılmazsan da doğru hastaneye gidip darp raporunu çakıyorsun. Polise şu şekilde ağlıyorsun: "Komiserim! Bu adam ev arkadaşımın sevgilisi. Beni evine çağırdı. Arkadaşım zaten, iyi anlaşıyoruz çok. Çok severdim ben onu. Gittim ben de. Ev arkadaşımla arasında problemler vardı, benimle konuşmak istiyordur, belki arabuluculuk yapmamı istiyordur, belki dertleşmek istiyordur diye düşündüm. Başta çok iyiydi zaten, konuştuk falan. Sonra birkaç şey sordu, bir anda delirmeye başladı. "Siz berabersiniz. İlişkiniz var. Aldatıyor beni. Gözüme bakarak kandırıyorsunuz. Gavat mıyım lan ben? Orospu çocuğu yerine mi koyuyorsunuz siz beni?" diye bağırmaya başladı. Ben sakinleştirmeye çalıştım "abi yok öyle bir şey saçmalama" diyerek. Ben de ayağa kalktım. Biraz yatıştık. Sonra içeriye gitti, ben de etrafa bakınıyordum ki bayılmışım. Gözümü açtığımda sandalyeye bağlamıştı beni. Ağzıma çorap tıkmıştı. İşkence yaptı bana. Elimdeki ipi zorlayıp gevşettim. Arkasını döndüğünde ittirip bankoda duran bıçağı aldım. Savurdum, saplandı. Ben kendimi savundum. Öldürecekti yoksa beni. Bakın amirim: her yerimde izler var. Sigara söndürdü üzerimde hayvan herif." Polisler bayılır böyle hikayelere. Alırlar ifadeni, söylediklerinin yarısını uydurma yazarlar. Eğer kontrol etmezsen senin senaryo Hollywood filmine döner. Çay içerler. Bol bol çay içerler yazarken. İnsaflıları sana da verirler. Gerçi ağız patlak olur muhtemelen bu durumda, içilmez o çay. Neyse işin sonunda dizinden bıçağı çıkarttıkları arkadaşı birkaç yıl içeri attırmış olursun. Ev arkadaşın da onun yüzünden hapse giren manitasının ardından suçluluk duygusuyla kendini yiyip bitiriyor olur. Bir insanın canını şiddet uygulayarak yakan insanlar kadar geri zekalı olmak istiyorum bazen. Pratik, kolay, sıfır akıl gerektiren iletişim, intikam ve boşalma şekli. Benimki çok meşakkatli. İnsan tanı, zaaflarını bul, yakınlaş, kendini sevdir, mesafeyi koru, açık vermesini bekle, doğru zamanı bekle, plan kur, planı zihninde yüzbinlerce kez oyna, en ince ayrıntısına kadar düşün...

 


GÜN-15

Yazamıyorum. Okuyamıyorum. Düşünemiyorum. Bir saat yerimde duramıyor, bir saat yataktan çıkamıyorum. Temassızlık var bende, biliyorum. Lehimlemeleri lazım kafamın içini. Dışarı çıkmaya hazırlanıyorum. Otuz derece havada dolu başlıyor. Soyunmuyorum, oturuyorum. Diniyor biraz, güneş çıkıyor. İşte diyorum, tam zamanı kendimi bu buhrandan kurtarmanın. Biraz dışarıya çıkmak, temiz hava almak, insanlarla çarpışmak, küfürler, kavgalar duymak iyi gelir bu depresif hallere. Atıyorum kendimi dışarı, yağmur tekrar bastırıyor acınası tişörtüme. Otobüs gelmiyor. Yağmur diniyor, otobüs geliyor, otobüsten iniyorsun, yağmur yine başlıyor. Kara bulutlar dolanıyor tepemde. Bu arada nasıl, Can'ı sevdiniz mi? Onun planlarını, senaryolarını. Zihnini meşgul ettiği var olma şekillerini. İnsanlara bakışını. Harcayışını. Suç, günah dinlemeden kendi istediğini alışını... Bu onun uyuyan hali. Hani en derin uykunuzda biri gelir de dürter sizi, bir şeyler sorar da otomatik cevap verirsiniz, sabah kalkınca bir şey hatırlamazsınız ya. Can sayıklıyor. Ne zaman bu haller gelse başıma, ne zaman yok olsam böylesine, hiçleşsem, görünmez olsam Can izleyip sırıtıyor oturduğu yerden. "Bak bensiz ne haldesin. Acınası, sefil, küçük aptal." İnternette yüz elli lira fiyatı olan mızıkaya iki yüz lira fiyat çekiyorlar. Ümidini kesiyorsun. Hevesin kaçıyor. Hiç bulaşmasam mı bu işe, zaten bende o göt yok, hevesimi alır atarım bir köşeye diyorsun. Ne gerek var şimdi bu yoklukta masrafa? Sonra giriyorsun bir dükkana, eleman arıyormuşsunuz diyorsun. Karşındaki adam da buyurun benim diyor. Elemanı olmak istediğin tükkanın yeni elemanı geri çeviriyor seni. Yüz kırk liraya buluyorsun sonra aynı mızıkayı. Mutlu ediyor ancak ilk baştaki mutluluk değil bu; heves kaçtı çünkü bir kere. Ne boktan bir şey bu heves! Nasıl bu kadar keskin terk edebiliyor insanı? Keskin terk edilişler her zaman yakıyor insanın canını. Kocaman boşluklar yankı yapıyor. İnsan, bir düşündüğünü onlarca kez tekrar duyarsa delirir. Keskin terk edilirse delirir insan. Ya dolduracaksın boşlukları ya da sömürecek düşünceler deryası seni. Özlemek... İnsan özleyince ne yapar? Gider görür. Gidemiyorsa ne yapar? Bir yolunu bulur. Bulamıyorsa ne yapar? İçer. İçince geçer yani? Geçer. Martini, üzerine kolonya, üzerine rakı içtim, hala geçmedi. Ben nerede yanlış yapıyorum? Her şeyin harika gittiği, istediğim gibi bir ilişki kurmuşken bir anda nasıl onu özlüyorum? Bir anda nasıl diğerini istiyorum? Bir anda nasıl o olsaydı ne güzel olurdu diyorum? Her yeni güne başka bir adam uyanıp, her yeni güne başka kadın seviyorum. Hepsi gerçek bunların. Yalan değil, kandırmaca yok. Aldatma, oynama yok. Hepsi gerçek amına koyayım! Acınacak haldeyim. Her şeyin mükemmel gittiğini düşündüğüm o zamanlar aklıma geldikçe daha da acınası halde hissediyorum kendimi. Bir tütün sarıyorum. Arap kağıdından kitap ayracı yapıyorum. Gelecekte yanmayacak çakmaklara inat evde bulundurduğum kibriti tüketiyorum. Zamanı tüketiyorum. Kendimi tüketiyorum. Sonra bunların hepsini oturup dışarıdan bir göz olarak izliyorum, ertesi gün. Başka biri olarak, başka anılarla, başka hikayelerle, başka hislerle. Kimse bilmiyor. Kimse anlamıyor. Kimse anlamaya çalışmıyor. Ben... Ben görünmez oluyorum bazen. İnsanlar sesimi duymuyor. Beni fark etmiyorlar. Kimse dışlamıyor bile. Hem de hiçbir neden yokken! Neden böyle bir güne uyanır ki insan? Keşke bir böcek olarak uyansam bir sabaha da bir öyküye konu olsam. Yetinemiyorum. Hiçbir şeyle yetinemiyorum. Bu işi de elime yüzüme bulaştıracağım, biliyorum. Yapmam gerekenleri yapamadığım bugünlerden nefret ediyorum. Hayaller kuruyorum. Birilerinin canını yakmak üzere kurduklarım bitiyor bazen, boşluk kalıyor, ben de o boşluğu güzel hayallerle değerlendiriyorum. Uzak ihtimallerin geleceklerinden birini alıyorum zihnime. Oynuyorum onunla saatlerce, bazen günlerce. Olmuyor. Özür dilerim hepinizden, yapamıyorum. İnsanın zekasını bile alıyor bu değişimler. Saatler... Akrepler, yelkovanlar. Durmadan geçen saatler. Tükenen saatler.