Dilimin, olanı anlattıran bir tavrı var bana. Adaletten ve doğruluktan şaşmaz ve o tavrı nice dostlukları yıkan, nice aşkları bitiren bir et parçası boğazımı kilitleyip sesler çıkan onlara yön veren bir dil. Bana sorulmayana kadar sakladığı gerçekler var ama bir soruyla karşılaşınca tüm ihtimalleri yutup gerçeği aktarır. Ne olur korkusu yok kalbimde. Zihnim buna yanıt vermiyor. Çünkü ihtimaller denizinde çoğalır izin verirsem. Ben insanlara yabancılaşıyorum bu durumlarda aynı dili konuşmak istemiyorum. Kendi notalarımla dans ediyor kelimelerim.
Bir çoğulluk içindeyken sırıtan pişkin insanlar gibi çıkardan uzak kalıyor kendimi yabancılaştırıyorum size. Çünkü insanlar yaşamının akışına müdahale ettikçe -ki bunu genelde sinsi beyinleriyle iş birliği yaparak kendilerini dahi hissettiği o gerçekleri saklayarak başka gerçekler uydurarak yaparlar- benim de onlara müdahale edesim gelir. Susarım ama soru gelene kadar. Sonum gelene kadar bu böyle olacak sanırım.
Ne içinizde taşıdığınız duygular ne de konuşurken verdiğiniz ifadeler, mimikler yalan söyleyebilir siz konuşurken. Konuştuklarınızı bırakıp sizi dinlemeye başlayınca görüyorum aslını. O küçük bir buçuk kilogramlık beyniniz nelere çalışıyor, hayretler ediyorum bazen.
Her insan fıtratına göre bir özellikle doğmuştur bu gerçeklik dışarıyı değil içeriyi fethetmezse işte o bir buçuk kilogramlık beyin ve iki yüz gramlık kalp esnek bir yapıya sahip olan dilinizi kullanmaya başlar. Ben size hiç olmayı gösterebilirim sadece. Susarak ağzının içindeki küçük et parçasını kontrol ederek, zihne ve kalbe yönelerek. Boş laf etmeyi bırakarak başlamalı.