dini ve bilimi toplumun anladığı gibi anlarsak kaçınılmaz olarak varmamız gereken sonuçtur.
öncelikle tanrıyı geçtim özgür iradenin dahi olmadığını düşünen bir insan olduğumu söylemek istiyorum. böyle bir insan olarak din ve bilim kavramlarının toplumda algılanışının doğal sonucu olarak başlıktaki sonuca vardım ve bunu sizlerle paylaşmak istiyorum.
asıl büyük soru şu: neden bilim tüm araçlarına, bunca aktif çalışanına, neredeyse mükemmelleşmiş yöntemlerine ve binlerce yılı bulan geleneklerine rağmen hala dini yerinden edememiştir?
bu soruya yanıt bulabilmek için bilim ve dinden ne anladığımı kısaca açıklamalıyım. bilimi ölçülebilenlerin felsefesi olarak tanımlıyorum. daha açık ifade etmek gerekirse anlaşılmak istenen şeyin niceliğinin tüm boyutlarını kavrama işine bilim diyoruz. yani anlamanın nicel verilerle tamamen açıklanabilir olmaya indirgenmesi. a nesnesinin ve ona etki eden b gücünün tüm nicel özelliklerini biliyorsam a nesnesinin b gücü karşısındaki hareketini %100 oranda doğru tahmin edebilirim. o halde a nesnesine b gücünün uygulanması olgusunu anladım, açıkladım sayarım. din ise evrimsel bir ihtiyaç olan iş birliğinin sistemleşmiş hali olarak ahlakın, metafiziksel temellendirilmesinden başka bir şey değil. a nesnesi ile b gücü tanrının iradesi sebebiyle etkileşime girmişlerdir ve tanrı ne isterse o olur, sübhanallah.
bu açıdan bakıldığında dinin bilim karşısında hiçbir şansı yok gibi görünüyor oysa pratikte deneyimlediğimiz durum tamamen tersi. en aydınlanmış, iyi eğitilmiş uluslarda bile bilim metafiziksel ihtiyacı bastırmaya yetmiyor. bunu anlamadan din ile bilim arasındaki çekişmeyi anlamak da mümkün değil. benim bu konuda paylaşmak istediğim iki basit çıkarımım var. bunlardan birincisi bilimin temellendirme konusunda asla tamamen başarılı olamayacak olması. ikincisi ise bilimin günlük hayattaki en basit olayları bile açıklamakta yetersiz kalması.
hemen itiraz etmeden önce ikinci çıkarıma dair aşağıdaki açıklamayı lütfen okuyun. bilimin günlük hayattaki en basit olayları bile açıklayamamasının altında bilimin gerçekten yetersiz olması yatmıyor. sadece günlük hayatın basit olayları dediğimiz kümenin bilimin konusu içine girmiyor oluşu gerçeği var. örneğin benim kızım çok güzel. sen ona çok uzun bakıp onu kıskandın. benim kızım düştü ve kaşı açıldı. bunun sebebi senin ona bakışındaki "nazar". şimdi bilim ile gerçekten uğraşan kimseye bu olayı çalıştıramazsınız. çalıştırsanız bile nazar bilimsel olarak ıspatlanabilir bir şey değil. vardığınız sonuç bunun basit bir tesadüf olduğudur. aynı şekilde benim çocuğum düştüğünde sen güldün. 5 dakika sonra senin çocuğun da düştü. bu adaleti sağlayan şeyin ne olduğunu yine bilim olarak çözemezsiniz. zira ortada ne bir adalet vardır ne de bir nazar. ancak pattern tanıma aygıtı olan beyin eğer gözlemlenen olguları açıklamak için toplumsal mutabakatla desteklenen bir kavramla karşılaşırsa -allahın adaleti, nazar, büyü, burçlar vs.- doğal olarak onu hakikat saymaya ve onu destekleyecek kanıtlar bulmaya odaklanır. bu işte de başarılı olur. tüm insanları burçlarına göre yargılarsanız kaçınılmaz olarak bazı patternler görür ve yaratırsınız. bu insanlığın son üç yüz bin yıllık serüveninde açıkça görülebilen bir davranıştır.
insanlık tarihi düşünüldüğünde yeni ortaya çıkmış sayılabilecek bilim-felsefenin bu yaklaşımı yerinden etmesi mümkün değildir zira kimse en basit bir günlük olayı bile tam olarak anlayıp anlatamaz. bunun esas sebebi de (bkz: distributed causality)'dir. üstelik velev ki bunu açıklama kalktınız o kadar uzun sürer ve karşıdakinin o kadar çok şeyi anlatım esnasında öğrenmesi gerekir ki bu görevin tamamlanması imkansıza yakınsamaya başlar. böyle bir durumda tüm gözlemleri açıklamaya yeter bir joker kart -tanrı- tüm sorunları çözer.
ikinci çıkarım bilim ile profesyonel olarak ilgilenmeyen geniş halk kitleleri ile iletişimle alakalı bir sorun. birinci çıkarım ise bilimin kendi içindeki bir sorun. hume'un tümevarım problemi hala çözülemediği gibi bilimin vardığı nokta çok daha karanlık. " [https://en.wikipedia.org/wiki/Measurement_problem ölçme problemi] " hakikate yaklaşmanın en güvenilir kaynağı olan bilimin en güncel sorunu. böyle bir durumda bilim herhangi bir sorunun ulaşmaya çalıştığı bilgi katmanlarının hiçbirine ulaşamaz. peki nedir bu bilgi katmanları?
1- x olayı tam olarak nedir?
2- x olayı neden oldu?
3- x olayı olduktan sonra ne olacak?
4- x olayı karşısında ben ne yapmalıyım?
bu herhangi bir organizmanın da yanıtını isteyeceği katmanlardır. bilimin bu sorulara yanıtı aşağıdaki gibidir:
1- hangi seviyede açıklamamı istersin? fiziksel, kimyasal, biyolojik, genetik, nörolojik, antropolojik, tarihi, sosyolojik, siyasal, psikolojik sebepleri var. bunları anlatmam için önce benim 200 seneye yakın bir eğitim almam gerekiyor. yok eğer beklemeye vaktin yoksa bu saydığım bilim dallarında farklı açıklamalar var hepsini dinleyip kendi kararını verebilirsin. (bilim olarak basitçe bu olayın tam olarak ne olduğunu söyleyemeyiz.)
2- fiziksel, kimyasal, biyolojik, genetik, nörolojik, antropolojik, tarihi, sosyolojik, siyasal, psikolojik sebeplerin bir araya gelmesi sebebiyle oldu. (bilmiyorum, bilebileceğimden emin değilim, bilsem bile anlatamam, anlatsam bile eğer çok hazırlıklı değilsen anlayamazsın zaten.)
3- elimizde yeterli data olmadığından bilmiyoruz.
4- sen olarak tanımladığın şey ne? o şey sen olmayabilirsin. bir şey yapma kararını verecek olan da sen olmayabilirsin. eğer sensen bile zaten bugüne kadar başına gelenler seni bir şey yapmaya zorlayacak. yok eğer tamamen güçlü bir özgür irade yanlısı isen de özgür iradenin ne olduğunu bilimsel olarak bilmediğimizden bir şey söyleyemeyiz.
bir de aynı sorulara dinin yanıtına bakalım:
1- x olayı bir insanın başına geldiyse, iyi veya kötü olduğuna bakılmaksızın bunun sınavın bir parçası olduğunu söyleyebiliriz. her şeyi bilen ve gören tanrı, insan ruhunun şeytanın fesadını yenip yenemeyeceğini test etti.
2- tanrı o insanın daha önceki davranışlarına bakarak o insan için özel olarak düzenlenmiş bir hadise yarattı. bunu nasıl yaptığını ise bizim anlamaya beynimiz yetmez. sadece bilmemiz ve inanmamız gereken tanrının ne eylerse güzel eyleyeceği ve aslında her şeyin zaten bir sınav olduğudur.
3- gaibi kimse bilmez. ancak eğer dua edip tanrının kurallarına uyarsak "en sonrasında" sonsuz bir ödül sahibi olacağız. huriler, yemişler, güzel kokular bizi bekliyor. bu sebeple tek bir olayı anlamaya çalışmak gereksizdir. zira tanrı ne kadar bilirsen bil senden bilge, ne kadar çalışırsan çalış senden beceriklidir.
4- yapman gereken her şey bu tek bir kitapta -kuran, incil, tevrat- yazıyor. sadece bu kitabı bilmek sana yer yüzündeki tüm olaylar karşısında rehberlik sağlayacaktır. eğer hala ne yapacağını bilemiyorsan her şeyi gören-bilen, merhametli tanrıya sığın. en kötü ihtimalde bile seni din kardeşlerin olarak zaten yalnız bırakmayacağız. merak etme, her şey güzel olacak.
şimdi bu iki yanıtı karşılaştırdığımızda insan kitlesinin ne kadar eğitilirse eğitilsin birinci yanıt setini ikinciye tercih etmeyeceği aşikardır. eğer bunu yapıyorsa bu daha tehlikelidir zira aslında din kadar geniş, kendinden emin, düzenli ve toplumsal dayanışma bakımından aktif olmayan bir şeyi - bilim - yapamayacağı bir şeye zorluyorsun demektir. zizek'in anlattığı o meşhur hikaye gibi: niels bohr evinin girişine bir at nalı asmış. onu görmeye gelen arkadaşları bunu anlayamamış ve sormuşlar: "yahu senin gibi bir bilim adamı da mı böyle bir şeye inanıyor?" bohr gülerek yanıt vermiş: "yerlilere sordum, bu at nalı inanmayanları da koruyormuş".
bu sebeple din ile bilim arasında gösterilen çatışma aslında elma ile armutu bile değil, tavşanı kıyaslamaya benziyor. birbirine karşı konuşamayacak alanlar bunlar. öncelikle bunun farkına varılmadan, şimdiki gibi bir bilim algısı ile dinin negatif etkilerini ortadan kaldırmak mümkün değil. bilim ve din ilişkisine bakışın tamamen değişmesi gerekiyor.
netice olarak, felsefenin -bilimi felsefenin bir alt dalı olarak gördüğümü tekrar hatırlatarak- dinin toplumsal işlevine odaklanması ve bu işlevin dinin kötü taraflarını dışarda bırakacak yeni bir tutarlı fikir demeti ile ikamesi üzerine önerilerde bulunması gerekiyor.