Uzun zamandır düşündüğüm bir şey var. Tam olarak kelimeleri toparlayamasam ya da belleğimin ön planında oynatmasam da arkalarda bir yerlerde kendini belli eden bir şey var. Bir soru.
Ben ne yapıyorum?
Sahiden, ben ne yapıyorum? İnanın burada, bu noktada konuyu sizin de dahil olabileceğiniz şekilde düzenlemeyi ve sunmayı çok isterdim fakat daha kendim olayı kavrayamazken bunu nasıl yapacağımı hiç bilmiyorum. Bu yüzden, bu narsis davranışımı bir seferliğine görmezden gelirseniz çok müteşekkir olurum.
Neyse ne diyordum? Hah, hatırladım. Bu gaz ve toz bulutu yaşam formunun üstünde ne için yaşadığımı, kendime neler kattığımı sorguladığımı ve kafamın bulandığını söylüyordum. Bir ekleme daha yapayım, hem de ne bulanma. Geçen gün yataktan kalkamadım biliyor musunuz? Koskoca bir günü temizlik benim işim izleyerek heba ettim.
Kitaplar okuyorum. Elimden geldiğince her türden okumaya ve belleğime kaydetmeye çalışıyorum. Peki bunlar bana ne katıyor? Okuduğum 200 küsur kitap bana bir şey kattı mı? Beni değiştirdiler mi? Beni geliştirebildiler mi? Yanlış anlamayın, kitapların gereksiz olduğuna getirmeyeceğim konuyu. Demek istediğim, bir kitabı okuyup ardından bilgisayar başına oturuyor ve salak saçma insanların değersiz fikirlerini burun kıvırarak okumaya devam ediyorum. Tam diyorum bu sefer düşüneceksin Andrey, beyaz çarşaf fotoğrafıyla 10k takipçiye ulaşan hesaplar gibi kitabı okuyup bir kenara atmayacaksın. Olmuyor, bilinçaltım savaşıyor benimle. Akıllanmaları istenmeyen köylülere okuma yazma bile öğretilmemesi gibi bir durumun içindeyiz kendisiyle. Ben diyorum bırak araştıracağım o diyor aa şu videoyu izlesene çok komik.
Bazen, bazen değil hatta her zaman, Z kuşağında doğduğum için çok üzülüyorum. Mesela, mesela 90'larda doğsaydım? Dikkatimi dağıtacak ya da beni koltuk patatesi yapacak pek bir şey olmazdı o zaman. Bilgileri daha iyi kaydedebilirdim, daha çok okuyabilirdim, kesinlikle daha çalışkan olurdum.
Bu bitmek bilmez düşüncelerim Fahrenheit 451 kitabını okuyunca daha da içinden çıkılamaz duruma geldi. Clarisse ile sokakta yağmur damlalarının altında yürürken, Montag'in iç dünyasına göz atarken ve yazarın keskin bir öngörüyle yazdığı satırlarda kaybolurken bu karmaşam daha da büyüdü. Doğduğum zamana bir kez daha lanet ettim.
Şimdi diyeceksiniz e telefonu, bilgisayarı bırakamaman senin suçun, Boşuna mağdur edebiyatı yapmanın lüzumu yok. Denemedim mi sanıyorsunuz? Şu anda bile deniyorum. Günde 5 dakika dışında instagram'a göz ucuyla bile bakmıyorum. Twitter mı? Twitter'da nefes alabilen mi var? Youtube? Televizyondan hallice. O zaman sorun ne, diye soracaksınız. Haklısınız fakat bir şeyi unutuyorsunuz,
Doğduğunuz andan itibaren beyninizin ekranlara maruz kaldığını hayal edin. Düşünmenizi sağlayacak her şeyin, kitabınızın sayfalarının, teker teker yandığını. Bu yıkım kolay kolay düzeltilebilir mi?