Sonbahar, Aşk ve Tchaikowsky                                             

 

Sonbaharda yaşanan aşk; göz rengini siyahsa daha siyah, maviyse daha mavi, yeşilin en koyusundan elanın en balına kadar değiştiriyordu. Ne renge bürünürse bürünsün kimsenin tarif edemediği bir ışık saçılıyordu tüm renklerinden gözlerin. 


Tchaikowsky dinlerken sonbaharda sevgiliye sarılmak ve teslimiyet, hırçınlık ve olası tüm kavgalardan uzak, kendiliğinden oluveriyordu. Önünde hiçbir engel tanımayan sarılmaların insan ruhuna verdiği o dolup taşma isteği Tcaikowsky dinlerken duyulan sarılma özlemini, bir kedinin karanlığa bakan göz bebekleri gibi görünür bir şekilde büyütüyordu.


O küçücük odadaki sarılmalar, sonbaharı yine kuru yaprakların hüznüyle bölüp özlemi yüreğinin tam ortasına oturmuştu. Kış geliyordu. Kış, ayrılığın ardından ot ve ovayla konuşup karar vereceği mevsim olacaktı. Muhtemelen ayrı, muhtemelen kırgın geçecek, üşüyecekse daha çok üşüyecek, en çok da kendiyle baş etmeye çalışacaktı. Sarılmalar uykularını bölüyor, sabah olmadan uyanıp, kıvranıp duruyordu en karanlık saatlerde.


“Size savaş dilemiyorum tabii ki” dedi Beyrutlu bir sinemacı o gece, “ama savaşta, hayatın gerçek anlamını buluyor insan.” diye devam etti sözlerine. Aynı adam iki insan konuşurken aniden susarsa aradan meleklerin geçtiğini ilave ettiğinde bakışıp sokulmuşlardı birbirlerine. Yaşadığı şehrin öyle bilinen sıradan bir şehir olmadığını, en iyi arkadaşı olduğunu söylemişti Bağdatlı başka bir sinemacı aynı gece. “Yaşadığı şehrin, insanın en yakın arkadaşı olması nasıl bir şey sence?” diye sormuştu ona. Öyle bir şehirdi ki Bağdat; çocuklar bakkaldan ekmek almaya gittiği zaman, başka şehirlerdeki babalar gibi "sağa sola bak" demek yerine “Dikkat et, ölülerin üzerine basmadan git gel deriz biz.” demişti adam. “Size savaş dilemiyorum ama savaşta insan hayatının değerini ve şükretmeyi öğreniyor.” diye ilave etmiş sonra da o çok sevdiği şehirden ayrıldığını söylemişti.

“Bana hiç badem ağacı çiçeği vermediğin için mi ayrılıp duruyoruz biz de?” diye sordu adama aniden.

Adam ona bir gün “Sen benim en sevdiğim şehirsin.” dediğini anımsadı o an. Sessizliği içinden bir şeyler alıp götürmüştü. Korkuyordu. Uzakta bir yerlerden bir piyano sesi geliyordu.


Ayrılmaya karar verdiklerinde Tchaikowsky “Sizin gölgeniz düşer duvarlara, benim içime hüzün. Bir cehennemin içinde, herkes halinden memnun görünürken bir deniz çekilir, kumunda kalan ayak izleriniz silinir. Yazın seviştiğiniz denizin iyodu kum zambaklarının yorgun kuru yapraklarında sonsuzluğa karışır. Sevişirken sizi gören balıklar şarkı söyler, nefesiniz kesilir. Bu ayrılık yerinden kalkmaz, çok ağır gelir size. Hatırlayın; teriniz ömrünüzü uzattı, hem sizin hem otuz günlük ömrü olan kelebeklerin. O bahar dünya peşinize takılmıştı. Unutmayın ki dünyanın geriye döndüğü görülmüş şey değil. O döndükçe kırışır elleri kadınların ve güçsüzleşen kollarıyla özler ana rahmine düştüğü anı erkekler, beyazlasa da saçları sakalları. Durun ayrılmayın, ilkbahara az kaldı.”  


Adam badem ağacı çiçeğinin, aşkın devamını ve umudunu simgeleyen bir çiçek olduğunu o gece öğrenmişti.