Kaybetmişti.

Kendine söylediği yalanların bir gün ortaya çıkacağını ve aynadaki çatlaklığın gerçek sebebini biliyordu. Sadece her zamanki gibi bunu da görmezden gelmeyi tercih etti. Zaten en iyi yaptığı iş bu değil miydi? Çözemediği sorunlarına bahaneler bulur veya yoklarmış gibi yapardı. Bu görmezden gelme işini öyle iyi yapardı ki bazen yalanlarına kendini kaptırır, gerçeklerin anlamının olmadığını fark ederdi. 


Takıntılıydı.

Düzenli biri olduğu söylenemezdi ama bazı detaylar istediği gibi olmayınca kafasının içinde solucanlar dolaşıyormuş gibi bir his oluşurdu. Bunca detayı hatırlamasına rağmen büyüdüğünü ne zaman fark ettiğini hatırlamıyordu. Hangi sabah tebeşirle resimler çizdiği duvarlarına değil de bomboş duvarlara uyanır olmuştu? Ya da hangi sabah Doll’u artık önemsemediğini fark etmişti?


Aylardır baktığı aynadaki çatlaklık artık yüzünün bir parçası olmuştu sanki. Üstesinden tek başına gelemeyeceği durumları biliyor, buna karşı koymak istiyordu. Doll artık onunla konuşmak istemediğini kapısının önüne koyduğu bir tane saksı çiçekle bildirmişti. Bu kadar nazik bir dostu kaybetmenin hüznünü bir kez daha yaşadı. Doll ona ironi yapmamıştı, hayır. Sadece veda edeceği zaman bile karşısındakini üzmek istemeyecek kadar çok kibardı.


Kimseden duygularını netleştirecek tek bir söz istemiyordu. Kendi seçmişti kaybolacağı cümleleri. Zaten Doll’u da bunun için kaybetmemiş miydi ? Nesneler anlamını yitiriyor sanıyordu. Farkında olmadığı, artık kendi anlam yüklemeyi bırakmış oluşuydu. O evin içinde bütün saatlerin pili bitmiş gibiydi. İçeride zaman yok, dışarıda ise zamana dair her şey nispet yaparcasına sırasıyla bekliyordu.


Kabullendi.

Soluk bir şehrin en sessiz sokaklarından birinde kaybolmayı diledi. Bu tarz cümlelerden nefret ederdi ama nefret ettiği her şeyi dibini sıyırırcasına yaşadığı günlerdeydi. Yaşadığı bu küçük kasabının onu her geçen gün nasıl boğduğunu düşündü. Aslında kaçmak istediği burası mı yoksa kendi mi diye düşündü. Yine gerçeklerden kaçtı. En iyi bildiği yol buydu. Yine onda yürümeyi seçti.


Vltava Nehri kıyısındaki bu kasabada akşam yürüyüşleri sükut içinde geçerdi. En iyi arkadaşlar Rose ve Doll’un bile konuşacak şeyleri kalmaz olurdu. (Yani Doll, kapıda bir saksı çiçekle veda etmeden önce.) Öylesine yalnız, aslında bir bakıma kalabalık olan bu akşamları sadece uzun yürüyüşler kalabalık kılardı. O akşam Rose, ona eşlik edecek tek arkadaşı da artık olmadığı için tek başına yürüdü. Bir yanılgının kaç yenilgiden sonra daha sert olduğunu anladığı zaman eve dönmek isteyecek miydi? Yürüdü, hiç durmadan, belki hiç dönmeden...