Okumakta olduğunuz metin, bahsi geçen eser ile ilgili ipuçları (spoiler) içerir.
Ölü Bir Evden Hatıralar kitabı, Fyodor Mihayloviç Dostoyevski tarafından 1960 yılında tefrika edilen ve toplum dışına itilmiş kişilerin anlatıldığı "kurguyla hatıratın benzersiz bir birleşimidir". (Frank, Joseph, "Ölü Bir Evden Hatıralar", 26 s.)
Sade ve anlaşılır bir dil kullanan anlatıcı, okuyucuya sanki bir günlük okuyormuş izlenimi veriyor. Ayrıca ilk bölümlerden itibaren çevre ve kişi betimlemesi çok fazla yapılmasına rağmen ruhsal betimlemeye neredeyse hiç yer verilmemiştir. Joseph Frank'ın yazdığı şu cümleler de ruhsal betimlemenin azlığına işaret etmektedir: "Kurmaca eserlerinin yoğun dramatizmi bu eserde yerine sakin ve nesnel betimlemelere bırakmıştır; karakterlerin ruh haline dair ayrıntılı analizler yoktur, buna karşılık Dostoyevski'nin dış dünyayı gözlemlemek konusunda yeteneğini sergileyen olağanüstü betimleyici pasajlar vardır." Dostoyevski'nin diğer romanlarına oranla bu eserinde hiçbir psikolojik olaya yer vermemesi de oldukça şaşırtıcıdır aslında. Burada hem kahramanın hem de diğer mahkumların acılarını bir sır gibi saklamaya çalışmıştır anlatıcı. Zaten eserin içinde Aleksandr Petroviç de mahkumların kendi içlerini ele vermemek için ne kadar çok çaba sarf ettiklerini sık sık dile getiriyor.
Romanın özetini geçecek olursak kahramanımızı kitabın giriş kısmında, insanlardan uzak duran ve boğaz tokluğuna Fransızca öğretmenliği yapan silik bir karakter olarak tanıyoruz fakat eser bu kısa giriş bölümünden sonra geriye dönüş tekniği kullanılarak Aleksandr Petroviç'in cezaevine girişi ve cezaevinden çıkışı anlatılmaktadır. Yine de şöyle bir özetlememiz gerekirse birinci bölümde Aleksandr Petroviç'in ceza evine gelişinden, yılbaşı hadisesine kadar kahramanın 5-6 aylık bir zaman diliminden söz edebiliriz. Bu bölüm de genel olarak Aleksandr Petroviç'in çevresinde yer alan önemli kişilerden söz edilmektedir. Yani ilk bölüm kahramanın bir yıl boyunca mahkumları tanıma süreci ve bulunduğu ortama adapte olmasını konu almaktadır.
Eserde kahramanımızın hapishane hayatına küçük de olsa bir iz bırakmış insanların hayatları sığ bir şekilde kaleme alınmış ve yazar tarafından gerçek bir kişiliğe büründürülmüştür. Aslında Dostoyevski'nin dört yıllık kürek mahkumluğunu ele alırsak bu insanların gerçek kişiler olduğunu düşünmemiz olağandır. Ölü Bir Evden Hatıralar kitabının içinde geçen her bir karakter kişiliğini olduğu gibi yansıtan, yüzüne baktığınız zaman hemen kendini ele veren; soğuk, duygusuz, hırsız, sevecen tiplerdir. Bazı kahramanlarına dünya hayatının her yerinde rastlayabilseniz de bazı kahramanları dünyada nadir bulunan bir ruh haline sahiptir.
Birkaç örnek verecek olursak;
• Petrov
"Bu tür insanlar bazen kişiliklerini öne çıkarırlar, önemli bir olay karşısında ansızın gösterirler kendilerini, o zaman yapmaları gerekeni yaparlar. Bunlar konuşmak için var olan insanlardan değillerdir, bir olayın kışkırtıcısı, elebaşısı da olamazlar. Ama olayın başlıca uygulayıcılarındandır ve önce onlar başlarlar. Ortaya atılmadan başlarlar, kimsenin dikkatini çekmeye çalışmadan, hiç düşünmeden, hiçbir şeyden korkmadan ilk engelin üzerinden atlarlar, bıçağın üzerine üzerine yürürler, ötekiler arkalarından gelir, kör gibi yürürler, duvara kadar ilerlerler, genellikle orada da kafalarını bırakırlar."
• Luka
"Tutalım ki toprağa bağlı bir köylüdür, bir kasabalıdır, bir erdir. Birden başı derde girmiştir; bıçağı kaptığı gibi düşmanına, ona baskı yapan insana saplamıştır. Tuhaflık burada başlamıştır işte: Bir an kendini kaybetmiştir insan. İlk kez birini, ona baskı yapan birini, düşmanını öldürmüştür. Evet bir suçtur bu, ama anlaşılabilir bir suç. Bir neden vardır ortada, ama sonra düşmanı olmayanları da, önüne ilk çıkan birini de, önünden geçeni de kesmeye başlar... Daha önce ezik, aşağılanmış olduğu oranda fiyaka yapmaya, çevresine korku salmaya da o oranda hevesli olur. Bu korkudan zevk duyar, insanlar üzerine yarattığı nefret duygusundan hoşlanır."
İkinci bölüm ise Aleksandr Petroviç'in hastaneye götürülmesi, orada tanıştığı kişiler ve kalan dokuz yıllık mahkumiyetini konu almaktadır. Aslında bu bölüm de diğer bölümden pek de farklı değildir. Sadece artık çevresinde olan insanları anlatmayı bırakmış ve anlatıcının biraz daha olaylara odaklanmaya çalıştığını söyleyebiliriz.
Kitapta onlarca mahkum anlatılmasına rağmen kahramanımız Aleksandr Petroviç'in hayatından neredeyse hiç bahsedilmiyor. Aksine sanki kahramanımız kendi hayatını gizleyerek on yıllık kürek mahkumluğunu bize sadece uzaktan izlettirmeye çalışıyor.
Aleksandr Petroviç ile ilgili söyleyebileceğimiz en net şey ise bir soylu olmasından dolayı hiçbir zaman mahkumlar tarafından benimsenmemiş olmasıdır. Mahkumlara ne kadar iyi davranırsa davransın o bir soyludur ve onun halk kesiminin yanında yeri yoktur.
"Hayır, burada asıl önemli olan, cezaevine yeni gelen birinin, gelişinin üzerinden iki saat geçtikten sonra evinin, orada bulunan her mahkûm gibi, eşit haklara sahip bir üyesi olmasıdır. Herkes anlar onu, o da herkesi anlar, herkesle tanışmıştır, herkes kendilerinden sayar onu. Ama yeni gelen soylu, yüksek sınıftan biriyse onun için bu söz konusu değildir. Ne denli iyi niyetli, dürüst, zeki olursa olsun yıllarca nefret edeceklerdir ondan, hep birlikte aşağılayacaklardır onu. Anlamayacaklardır onu, en önemlisi de ona inanmayacaklardır. Onların dostu da değildir, arkadaşı da..."
Kısaca eserin hiçbir zaman Dostoyevski'nin mahkûmiyet hayatını mı yoksa kafasının içinde kurduğu karakterinin mi olduğunu anlayamayacağız. Yine de kişi ve çevre betimlemesi olarak örnek alınacak bir eserdir.