Aklı anarşist yaratan tanrı, her türlü sıradışılıktan münezzeh değilir. Aslında bakarsanız tanrının sıradanlık ilkelerini birkaç gazete köşesiyle öğrenebiliriz. Misal önümde duran Pankaya Gazetesi bugün, devleti yeterince itibarsız gösterebilecek bir haberi sürmanşetle yayınlamış. Bir gün Allah'ı da sürmanşetle görebilecek miyiz bilemem ama bu konudaki düşüncelerim beni bir zapturapta mecbur bırakabilecek raddede. Şimdi sizlere daha ılımlı yaklaşıp, kulaktan dolma fıkıh bilgilerimle yüzyılın tartışması olan devlet ve Allah ilişkisini çözümleyeceğim. Tabi bu sırada gözlerinin altı mosmor olmuş garson kış çayımı getirirken sendeleyip çayı üzerime dökmezse. Bunları düşündüğüm sırada gözlerinin altı mosmor olmuş (ya da mor kısımların üstünde gözleri bulunan) garson kış çayımı getirirken sendeleyip çayı üzerime döküyor. Piç Yaşar'a bin defa bardağı sıcak suyla çalkalaması gerektiğini söylemiştim. Allahtan kendisi laftan anlayan bir tip değil de yine soğuk gelen kış çayım penisimin kenar kısmında bulunan narin bölgemi yakmıyor. Bir anlık refleksle havaya fırlayıp gözlerinin altı mosmor olmuş sendeleyen garsona bir yumruk patlatıyorum. N'apalım, refleks bu. Mesul değilim. Bütün bu keşmekeşin içinde çevre masadaki insanlara ve dekoltesi, ben diyen aseksüeli bile erekte edecek nadide güzellikte olan kalın bacaklı kadına sakin olmaları gerektiğini söyleyip mekandan tüyüyorum. İnsanın düşünmesi ne kadar da zor. Bence bu Allah işi değil, devlet işi. O kadar kudretli bir mekanizma ki bu, onunla ilgili negatif manada ne düşünsem başıma gelmeyen kalmıyor. Zira bu zamana kadar düşündüğüm en pozitif devlet hali, çocuk parkı yapan belediyedir. Onun da parasının nerelerden koparıldığının farkındalığı da beni doğrudan negatife çekmeye yetiyor zaten. Orta halli bir birey olduğum için üstüme bir sıvı dökülmesi sonucu lavaboya gitmiyorum. Çünkü yalnızca zenginler üstüne dökülen şeyi temizlemeye lavaboya gider. Şekersiz kış çayımın beyaz çizgili şalvarımda kuruması için bulduğum ilk Üsküdar bankına oturuyorum. Sesli düşünüp gardiyanlara yük olmamak adına içi suç dolu defterimi açıp aklıma gelen metaforları karalamaya başlıyorum. 


Bir olaya maddi olarak yaklaşmak elbette çok profesyoneldir ancak ilahi bakış her zaman daha romantik ve yaşam doludur. Misal yeni doğan bir bebek belli bir olgunluğa eriştiğinde süt dişleri çıkar. Akletmeye başladığı zamanlarda ise bu süt dişleri dökülür ve yenileri çıkar. Profesyonel bakış, olayı romantize etmez ve bunu bilim yoluyla rahatça açıklar. İlahi bakışta ise bu durum Allah'ın kudreti ve sözümona adaletiyle ilgilidir. İnsana hiçbir bahane bırakmaz. O kadar güzel akıl edilmiştir ki, eğer insan ilk evrede verilen dişle geçirseysi bütün yaşamını, bebekken dişlerine iyi bakamaması sonucu dişleri sağlıksız olur ve bir ömür bu sıkıntıyla yaşardı. Günün birinde hesaba çekildiğinde ise "Sen adil olmayan bir tanrısın. Henüz düşünmeye bile başlamadığım, kendimi ifade edemediğim, kendimi tanıyamadığım dönemlerde yaptığım şeylerden beni mesul tutup bunun bütün yaşamımı etkilemesine göz yumdun" derdi. Allah bunu bile gözardı etmemiştir. Ve aynı ihtirasla söylüyorum ki, insanın hiçbir bahanesi olamaz. Bakın olayı nasıl da dramatize edebildim. Neyse ki ben kinik felsefesi okudum ve bütün bunlar benim için hiçbir şey ifade etmiyor. Allah'ın kudreti başka sohbetlere meze olsun. Ben sizlere devletin kudretinden ve bu sistemdeki makam paradoksundan bahsedeceğim...şu köşedeki mağazadan kendime güzel bir pantolon çaldıktan sonra.