Tarihler sonbahara dayandı. Neyse ki üşümek hala bizlere has. Sonbahar... Herkesin hakkında fikrinin olduğu, hüzün mevsimi oluşu bilinse de pek kimsenin özleme yanaşmadığı ya da çoğu kişinin aslında özlemi dökülen yaprakların altına sakladığı mevsimdir. Sadece birkaç ceket , yere dökülen birkaç yapraktan ibaret değildir elbette sonbahar. Kahvenin renginde yüzen gökyüzü, yaprakların rengine bürünen bir yeryüzü var bu dönemde. Ağaçların bile içlerini döktükleri bir dönem varmış dostlar.

Herkes her şeyi sadece bir yere kadar saklayabilirmiş doğada, hayatta evet hayatta. Çünkü ölüm her şeyi içinde saklayan ama bir daha hiç açılmayacak bir sandıktır. En çok Yaprak denizinde yürürken geride ne kadar da fazla zaman izi bıraktığını anlıyor insan.

Geçilen her sokak, hayatın sana tecrübe diye verdiği anahtarları sundu. İleriki yaşamında ayağının takılma ihtimaline karşı, düştüğünde kaçman gereken zindanın anahtarları hepsi. Sonrasında, sana tecrübe diye sunulan ortamdaki seni kandırmakla görevli hayat sahası oyıncularının etkisinden kurtulmak icin vereceği herhangi bir ilacı olmuyor pek hayatın. Yapman gereken şey İnan bir süre sana ohal ilan eden düzene karşı , “o hali” umursamama çabası oluyor. İnan buna, zaman en çok sıyrılmayı gönülden isteyenlere yardım eder. Zaman daima senin ne istediğini senden iyi bilir. Hayata, zaman seninle ilgili rapor vermeden önce geç kalmadan kendine sormalısın:”ne istiyorsun?” Üzülmek de bir tercihtir. Hayatın en çok takdir ettiği şey nedir biliyor musun? Kendisini geçemeyeceğini, ona hükmedemeyeceğimizi inkar edip ona kafa tutmaktır. Ama acılara saygı duyar hayat. Bu yüzden mutlu anları bazen sona saklar. Böylece mutluluğa bir süre vermemis olup sonsuza dek sürmesini sağlar...