anksiyete nevrozları, şehrin gideri soluk boruma dökülüyor her sabah. kollarım, emir komuta zincirine isyan halinde, attığım ilk adımda, ayaklarımın bitki örtüsü oluyor deve dikenleri. insan, gardını alırken sırtını duvara dayamalı. öğrendim. çetrefilli tecrübeleri öğretenler tanıdık yüzler oluyor. hayatım, hüznü tetikleyen fotoğraf karelerini andırıyor karşılaştığım gözlerde. neye doğru gittiğimi bilmiyorum keza neyle karşılaşacağımı da, tek bildiğim; kaldıkça katmerleniyor ağırlık omzumda. bir akşamüstü biliyorum, bir de katamaran. tüm güzergahlar, senin dizlerini döven dalgalara doğru, sana doğru, bir deniz uzaktan nasıl izlenir, en iyi ben biliyorum. kaçıyorum aynalardan, güzelliği görmeye yetecek iyi niyeti, sökülmüş ceplerimden yokluyorum. kusurumu örtsün yeter, diyorum fotoğraflar. bizi inciten şarkıyı arıyorum ankesörlü telefonlarda, düşmüyor.
-koluma giriyor şarkılar usulca. bir bahşişe, bir sarhoşu eve bırakıyor her gece.
duvarlara çarparak destekle çıktığım merdivenlere rağmen, her sabah, yeniden ütülüyorum gömleğimi. alışkanlıktır yaşamak. yarın ve umut, toksik bir uyuşturucudur. geçen yıllar, gravür tasvirleri gibi oya oya yerleşir yüzünün kıyısına ağır ağır, bu artçıdır. sindirdiklerin midende değil, yüreğinde yakılır. yüzüne bakın insanların, kıyamete ilk kez şahit olmayacak olanlar var akan caddelerde. aynı kaldırımda, birkaç adım geride. gerçek olan ne varsa, orada. düş sokağı ne uzak artık. yanmayan sokak lambalarının arasında, bilmediği bir yolda çıkış tabelasını arayanlar var.
gerçek olan-lar, düş sokağı, ne uzak artık.