Yarın mıydı, gelecek hafta mı, dünde mi geçmişti? Bu sadece iki kişilik bir metin okuyucu! Hiçbir şey anlamak istemiyorsan, şimdi tam zamanı sayfayı aşağı kaydırmanın...


Bilemediğimiz zamanların yolcularıydık. Nereden gelip nereye gidiyordun ya da ben mi yoluna musallat olmuştum? Ne önemi var, dedi içim. Ayağına takılan taş dahi olurduk değil mi? Omzuna düşen yağmur damlası, kilometrelerce uzaktan duyduğu şarkının tek bir notası, ekmeğine sürdüğü salçanın domatesi, terinin düştüğü parke, koparmaya kıyamadan kokladığı çiçeğin kokusu ve daha daha daha da ve da da ve daha gözünün gördüğü, olabildiğine mavi ve saf...


Etile çalan bir uçurumun sabahında gözlerimi hayretin eşiğine sarartmışçasına uyandım. Esnemeye bile fırsat bulamadan ‘’Ne de zormuş seni ağırlamak.’’ çıktı dilimden... Kross vurmuş gol olmuş. Hâlâ bağırıyor spiker. Ulan bu dün değil miydi? Sular altında kalmıştı susuzluğum. Keşke buzdolabının yanında uyusaymışım. Turacın merhametine ihtiyacım var. Kolumu uzatabildim neyse ki nikotine. Çok boğuk dumanın sesi. Bir çuval portakal yutmuş gibiyim. Küllükle dönüyorum, başka başka nefeslerim. Gözlerim kapalıymış ki hâlâ. Seslenince anladım:

— Televizyonu kapatabilir miyim?

— Beni heyecandan öldürmek istediysen harika fikirmiş.

— Sıkıldım.

— Özledim.

— Biliyorum.  

Çok rahatım. Üzeri beyaza boyanmış çünkü. Kanatları da yok. Arap ezgilerini andırıyor varoluş. Kafese düşmeler bana yakışır, soluğuna uyanmak hangi karmaşanın lütfu olur? Bulamadım, belamı versin tanrım. Bulamadım, bana güvenmişti sahiden. Ne güzel oturuyor.

— Kahvaltı yapalım mı?

— Sen hazırlarsan...

— Kaos planı yapmıyoruz. Sadece kahvaltı.

Elini tuttum. Mutfağa kadar hem de... Kahvenin suyunu koyarken yüzümü yıkamışım. Utandım. Ceset çöllerinde bin yirmi dört yaşımdaymışım gibi utandım. Dolabın içinde yok yok. İsviçre peyniri sen ne ara geldin canım? Bazen hazine bazen Kenya çöplüğü kelimeler. Ne saçmalasam da beğense? Öyle güzel biliyor ki sevmesini. Olduğu da olmadığı da sövdüğü de öptüğü de cennetten düşmüş. Hardal yenir mi yaa kahvaltıda? Biz yedik. Şeytan kıskanıyor, piç. Kahveler soğumuş. Şimdi içilir işte. ‘’Kendimdeyim.’’ dedi. Anlamamışlığa vurdum. 

— Sen bir şarkı yap, ben nakaratından yeni bir şarkı.

— Tamam ben de nakaratın üzerine yazdığını söylerim tekrar.

— Sonra birlikte olur kelimeler.

— ‘’Birlikte’’ ne güzel kelime.

— Bir

— Lik

— Eyvallah...

Bunları konuşmuş muyduk? Ne demek istemiştik ya da neredeydi aklımız? Ellerini tuttum ışığın içinden geçerken. Dudağının kenarında duruyor sigarası. Hâlâ uyanamadım galiba. Keşke karanfil desenli kupaya doldursaydım kahvesini. Hay yapacağım işe… Balkonda oturmak mı güzelmiş, oturanın sesi mi balkona yakışmış? Biliyor musun diye başlanan cümlelerin güzelliği... gözlerin büyümesi dinlerken. Dinlemenin hazzı... zamanın şuursuzluğu... tarifini yazabilsem peygamber olurdum. İstiklalde kimseye aldırmadan şarkı söylediğini düşün. Mimiklerinle, başının ritimleriyle, en sevdiğin şarkı, enstrümanları da Cobain ile Janis çalıyor... Sevgili olmuşlar galiba. Herkes 24 yaşında orada, demişti annem. Kalbimin atışları hızlanıyor. Yazarken bile mutlu oluyorum. Daha da anlamadıysan okuma okuyucu... Resimlere bak, beğen falan işte bir şeyleri... Gözüne kestirdiğine mesaj at. Belki düşer bugün biri... Hakikati hormonlara esir düşmüş insanoğlu...

— Nereye daldın gittin?

— Hâlâ buradasın. Yazmaya başlamıştım.

— Ne zaman?

— Geçen çarşambaydı galiba.

— Tamam.  


Şehri gezdirmem gerekiyor. Ben şehrimin yanındayım... Her saat gezsem de ilk defa görmüşçesine heyecanlıyım. O kadar merak ettim ki nasıl göründüğümüzü. Nereye gitsek başka bir çift gözden bizi izledim. Ne konuştuk, hangi âlemlere daldık, bizi neresine koyduk hayatın, neyi sipariş ettik de yarım bıraktık, anlatabildim mi doyasıya kendimi? Sesini özledim... Çıkıyorum içinden, teşekkürler haberin bile yok ama olsun... Sen on dördüncü gözdün, bizi izlediğim. Nasılmışız peki? Lan çok güzeldik çok çok… Gezmeleri yazamıyorum. Duymadım ki yazayım. Yeter betimleme betimleme... Kimse okumuyor zaten uzun olunca. 

— Ayaklarım koptu.

— Ben süreceğim bu sefer arabayı.

— Aman sür.

— Ahahaa çalan şarkıya bak.

— Son sigaramsın değil mi?

— Evet. Pakette de son sigaram kalmış.

— He şeye de bir anlam yükle zaten.

— Tesadüf mü sence?

— Belleğin içinde kaç şarkı var?

— Yüz, yüz elli vardır.

— E çok fazla milyon ihtimalden biri.

— İyi tamam espri yapmıyorum.

— Espri yapmadın ki zaten.

— Şükür geldik.

— Giyotini hazırlayım mı?

— Çok komik.

Gecenin rengi şahaneye selam çakmış. Ay düşerken yüzüne utandım bakmaya. Gözümün yansıması değer gözüne. Portrenin güzelliği toz alır. Çok mu sevdim? Duyguları aklına mı odakladım? Egonun köpeği olmuşken dünya, kendimi soyutlayıp mutluluğuyla mı mutlu oldum? Bu cenneti hak edecek ne yaptım ki tanrım? 

— Seni seviyorum.

Üzerimi örtmeseydi keşke. Olsun öptü ya daha ne yapsın? Kapının sesini duydum sanki. Issız mıyım şimdi yine? Offfff of. Kızıl kalemle sardım gözyaşlarımı. Yanındayken ağlayamadım yine. Teşekkürler, vedalaşmaları sevmeyen...


Toni Kross, harika bir gooollll… Yine böğürtüsüne uyandım spikerin. Bitti mi, gitti mi, geldi mi? Ne zaman? Oldu mu, olmadı mı? Zamanda atladığını anlatmıştı bir zaman. Ama ben bir şey içmedim. Her neyse o bilir zaten... Sağlamasını yapalım. Acaba hoş mu gitti? Hepsini hatırlayamıyorum. Hasreti sildi yine aklımı... Tüh ya! Rüyalarımdaki dizileri de anlatsaydım keşke. Onu nasıl sevdiğime daha çok örnek verseydim. Yüzümü mutfakta yıkadım yaa ne malım! Sigara esprisi neydi la öyle? Yok yok, hak ettim ben gidilmeyi... Bir kahve içip düşüneyim. Al işte geri zekalı. Karanfil desenli kupayla sen iç kahveni... Ne vardı ona verseydin. Nasıl akıl edemedim? Ben sana söyledim duymadın ki. Ne zaman söyledin lan! Lan bi' susun amına koyayım... İkiniz birden konuşuyorsunuz bir şey anlamıyorum. Şu yatan sığırı da uyandıracaksınız şimdi. Lunapark gibi olacak kafam. Siktirin gidin yalnız konuşacağım. 


Hiçbir şey yapmama gerek yoktu... Biliyorum. Olanı seviyordu. Olduğu gibi seviyordu. Olurunu seviyordu. Rahat ettiğini seviyordu. Hiçliğin huzurunu seviyordu. Rollerin doğaçlamasını seviyordu. Denememeleri seviyordu. Yolun akışını seviyordu. Kendini seviyordu. Olmayı seviyordu. Kendi olmayı…

Şair demiş ya ‘’Suç olur muydu seni bir kez koklayıp ölmek’’ ölümden daha güzel ki... Nasıl ölünür ihtimalken... On yüz milyon da bir de olsa...

Rüyalarda deliririz...