Evden çıkıyorum. Kahverengi büyük bir kapının bembeyaz ve yatay biçimde duran kolunu aşağı indiriyor ve kapının yavaşça açılışını görüyorum. Kapının gıcırtısı annemi ya da babamı uyandıracak diye hafif bir korkuya kapılıyorum. Bir süre bekleyince babamın ya da annemin nefes alışverişini duyuyorum. Kapıyı hafifçe kendime doğru çekiyorum. Kapıyı açar açmaz otomat lambası yanıyor ve saatlerdir karanlıkta duran gözlerimi acıtıyor. Kapının yanındaki dolaptan ayakkabılarımı alıyor ve dışarıya ilk adımını atıyorum. Kapıyı yine açarkenki gibi büyük bir dikkatle kapıyorum. Ayakkabılarımı giyip oradan tabiri caizse toz oluyorum. Sokağa çıkar çıkmaz karanlığın korkunçluğuyla başbaşa kalıyorum. Sokakta kimse yok.

Yürümeye başlıyorum. Uzaktan bakınca yan yana olan ama yanına yaklaşınca birbirlerine uzak olan sokak direklerinin yaydığı ışık, bu korkunç görüntüyü arttıyor. Bu korkunç ortamın içerisinde sürekli arkama bakarak yürüyorum. Yüz metre kadar ilerledikten sonra otobüs durağına varıyorum. Orada birkaç kişi var ve bu korkunun biraz azalmasına yol açıyor. Onlara doğru yaklaşıyorum. Az önce yaydığı ışıktan dolayı korktuğum sokak direğine yaslanıyor ve telefonumu çıkarıp saate bakıyorum. Saat 23.00 olmuş. Aslında ailem bu kadar erken uyumazdı. Onlara uyku ilacı vermek zorunda kaldım. Çünkü son otobüse yetişmek zorundaydım. Durakta beklerken sigara içmek istedim, cebimden bir tane çıkardım ve yaktım. Gelecek hayatım için içiyordum bu sigarayı.

Sigarayı içerken düşünüyorum şimdi ne yapacağım diye.

Sorular adeta beynimi bombardımana tutuyordu.

Otobüsün ışıkları karanlığı deliyormuşcasına bana doğru geliyor ve şoförün fren pedalına basmasıyla birlikte de tam önümde duruyordu. Yolcu kapısı tuhaf bir ses ile açılıyor ve ben akbilimdeki son parayı otobüsün bu defa farklı bir ses çıkaran elektronik kutusuna vererek bomboş olan koltuklardan birine yavaşça oturuyorum. Otobüs yavaş bir kalkıştan sonra hızlıca ilerliyor ve beni bu yerden götürüyor. Çantamdan bir kitap çıkarıyorum ve otobüsün motorundan gelen ses beni rahatsız etse de okumaya başlıyorum. Ancak okurken sürekli düşünüyorum. Yaşadığım olayların beni nasıl ele geçirdiğini ve onları düşünmeden edemediğimi anlıyorum. Aslında bu olayların çok da abartılı şeyler olmadığını biliyorum ama bunu iç dünyamdaki bunalmışlığın bir dışa vurumu olarak görüyorum.

Aslında bütün sorun düşünmek. Bazen öyle anlamsız şeyler düşünüyorum ki bir anda kendimi şaşkın bir ifade içerisinde buluyorum. Aslında çok basit ve sıradan bir olayın düşünce ile nasıl büyük bir sorun hâline gelebildiğini görebiliyorum. İnsan aklının bu müthiş kapasitesine karşı saygıyla eğiliyorum. İşte sıradan basit bir öykünün insan aklındaki absürtlüğü.

Kitaplar ile çok geç tanıştım. Aslında zaman zaman okuyordum ama bunu her gün yapmıyordum. Liseye geçtikten sonra yavaş yavaş kitap okumaya başladım. Her gün en az otuz sayfa okuyordum. Bu sonra elliye çıktı, sonra da yüze. Her kitap okuduğumda düşüncenin gücünü anlıyordum. Hayata bakış açım değişiyor ve hafızam gerekli gereksiz bir sürü bilgiyle doluyordu. Kitaplardaki karakterleri kendimle karşılaştırıyor ve bazen hayatımın onlarınki gibi marjinal olmasını istiyordum. Kitaplar benim için bir kaçıştı. Kendimi ne zaman işe yaramaz hissetsem ya da olmak istemediğim insan tipleriyle karşılaşırken hep bir köşeye çekilip kitap okurdum. Aslında bunun nedeni insanları incelememdi. Ortamlarda aktif olan, gülen, eğlenen gençleri ya da benim yapamayacağım şeyleri yapan insanları gördükçe her zaman bir köşede duran ve hep sessiz olan kendimi değersiz hissediyordum. Bu yüzden daha çok kitap okuyordum. Okumak beni değiştiriyordu. Kültür düzeyim giderek artıyordu. Dün arabeskin bataklığına saplanmışken bugün klasik müziğin eşsiz zevkini yaşıyordum. Tiyatroya da gitmeye başladım. İlk gittiğim tiyatro oyunu Yaşar Kemal’in "Yer Demir Gök Bakır" oyunuydu. Gittiğimde çok heyecanlanmıştım. Artık kendimin farkına varmaya başlamıştım. Konuşmalarım, yürüyüşüm, giyim tarzım kısaca her şeyim değişmişti. Artık bana söylenenlere hemen inanmıyor onu en ufak ayrıntısına kadar düşünüyordum. Önceden kadınlara karşı biraz sert iken şimdi çok nazik ve kibardım. İşte bu değişimin sancılarını çekmek yerine bu değişimin mutluluğunu yaşıyordum.

İnsanları yaşadıkları olaylar ve mücadeleler var eder. Bu olayları daha çocukken yaşamışsanız artık siz büyümüş ve kendilerini yetişkin sayan ve sadece yaşının büyüklüğünü ölçüt alan çocuklardan daha olgunlaşmışsınızdır. Ama bazen de büyümek için birtakım olaylar ya da mücadeleler gerekmez. Burada kitaplar devreye girer. İnsanı büyüten aslında kitaplardır. Değişik yaşam öyküleri ve değişik insanları, değişik yerleri ve değişik zamanları okumak insan hayatının başkalaşmasına ve hayatın ciddiliğine erişmesini sağlar. İşte ben bu ciddiliğe eriştim.

Ben bunları düşünürken otobüs ilerlemeye devam ediyordu. Bir an başımı yukarı kaldırdım ve üstünde durakların isimleri bulunan küçük, kenarları gri ve dikdörtgen şeklinde olan küçük televizyona baktım. Durağı kaçırmıştım. Cebimde toplam iki yüz elli vardı. Siyah pantolonumun içi beyaz olan cebimden paraları çıkardım ve baktım. Koca İstanbul’da iki yüz elli lirayla ne yapılır ki?

Yapayalnız kalmıştım. Gidecek yerim yoktu. İstanbul’un güzelliği ve korkunçluğuyla baş başa kalmış, savrulup gidiyordum.