Yazınca değişmiyor dünya. Bunu farkındalığı olan tüm kalem emekçileri iyi bilir. Kendi içinde yüreğine batanları konuşmayla ifade etmek yerine diğer bir dil becerisi olan yazma becerisini kullanıyorlar. Orhan Kemal’in kendi kaleminden ayna tuttuğu sokaklar yıllar sonra yeni açılan sokakların arasında yaşamaya devam ediyor. Yaşar Kemal’in Abdi Ağası artık beyaz gömlek ve bir kravat takıp sabah ofisinde filtre kahvesini içiyor. Sadece o değil şimdilerde herkes Beşir Fuat oldu. Herkes içindeki karanlıktan ve sıkışmışlıktan yorulmuş halde. İyi duran şeylerin aslında iyi şeylerin olmamasından kaynaklı hayıflanmış cümlelerle boğulmasından şikâyet edip yeni doyumların merakını giderme arzusunu arıyor. Artık Tevfik Fikret’in oğlu Haluk, her an herkesin nüfusunda olabilir. Karnın tok diye sevginin ve anlaşılmanın verdiği doygunluğu yok saymanın bedeli hiç aramızdan gitmedi ki. Herkes kendini ve anlatma ve anlama peşinde… Yani her insan farklı yönleriyle olsa da biraz Orhan Veli’nin “Anlatamıyorum” şiiri.
Dünya fizyolojik olarak değişti evet belki. Bazı kıtalar çöktü bazıları yükseldi farklı binalar yapıldı ama acılar ve sorunlar aynıyken baktıkça görmezlikten gelinenler baki kaldı.
Bir yazımda olsa gerek insanların yarım olduğunu iddia etmiştim. Bunun sorumlusunun Âdem ve Havva’nın hatasının bedeli mi bilmiyorum ama bildiğim doğru kendini eksik bırakılmışların yaşanmış ve yaşamayı merak ettiği bir duygunun, düşüncenin ortağı olarak bazen bir okur bazen bir yazar olarak yaradılış etkisi olarak düşünebiliriz.
Bugünden sıkılan insanların müzelerde giriş ücreti vermek yerine kendi yaşadığı bir duyguyu gidip kurgulanmış bir yaşamda kendisine ortak aramalarının iş birlikçisi sayın kalem işçileridir. Bunu insanlar Yaşamlarında her şeyin taze olduğunu düşünürken ta ki geçmişten biri gelip bir merhaba diyene kadar olduğunu iyi bilir. En son okuduğu kitapta ilkokuldan beri görmediği komşu çocuğunu yirmi sene sonra karşılaşmasının benzerini İnstagram hesabından geçmişten gelen bir istekle yaşanılan duyguyu o sayfalarda iki arkadaşın yaşadığı bir duygu olarak yaşamasıyla eş değer. Romanlar, şiirler, metinler… Her duyguda her insanda bambaşka anlama bürünür. Bir kelime bazen binbir hikâyesi ile hatıraları önüne koyar. İnsan ne kadar kendi gibi olsa da gören kişinin görmek istediği gibidir. Ben belki her duyguda her insanda Aşikâr edemediler kendilerini. Bu yüzden her insan gibi en yakınımızda sandıklarımızın en uzaklarında idiler. Bunun belli bir hipotezi ve orta yaş krizi olmadığını düşünüyorum. İnsanın mirası aldığı yaş değil yaşadıkça eksilen duygularının üzerine koyduğu mantığıdır. Hissizleştikçe sayfaların arasına insanlardan sakladıklarımızı bulma çabamız… Belli ki yazarlar ve şairler anlaşılamadıkça öfkelenmek yerine kelimeleri hayallerinin arasına daldırmayı tercih etti. Ya da okudukça kendi yaşamıyla yeni öğrendiği doğrular arasında tezatlık yaşamaktan kendini kaybettiler. Biliriz ki Kendini bulmak için defalarca kaybetmek gerek. Kavga etmek içinse öfkeni biriktirmek...