eğer tanrı olsaydım, çaresizliğin göz çukurlarında birikmiş sıcak suları buharlaştırırdım. ve elimden geldiğince önlerdim su birikintilerini. ve gurul gurul kazınan mide yolunu gece tokluğunun rahatıyla uyuturdum. ve izin vermezdim babaların iki tekerlek yüzünden hüzünlenen küçük yüzlerin önünde çıkmazda kısılmasına. ve engel olurdum olgunluğundan kızarmış, sulanmış, mis kokulu sandıklardan nasiplenemeyen nefislerin hıçkırmasına. ve karşısında dururdum bir makinenin hak etmediği kolları kapmasına. ve karşılığını verirdim emekle terleyen, akreple yelkovanı halsiz kovalayan alınlara. ve çekip çıkarırdım orman kanunlarında kaybolup giden kadınları topraklı tabutlardan. ve anında el uzatırdım, tanrının elini, şakağa dayanmış soğuk metallerin sözde çözüm yoluna. ve koca bir gülümseme kondururdum, dondurmaların eriyip aktığı parmaklara bakan yalın ayaklara. ve kolumu kanat ederdim, yuva ederdim, üç beş yırtık parça ile göçmek zorunda kalan bavul bozması çantalara. ve umut verirdim, en gerçeğinden, en teselli edeninden, çatıdan aşağıya bakan, kaldırımda dağılmayı göze alan gelecek kaygısına. ve elbette, elbette kâr düşkünü bıçağın emektar gırtlağa dayanmasını reddederdim. ve varlığımı hissettirirdim. öyle hissettirirdim ki kaymaklı yolda yürüyenle dikenli yolda yürüyenin tesellisini ayırt ettirmeden, huzuru iki eşit parçaya bölerek, fırsatı her kapı arkasında, gerçek şükranı her kalpte cömertçe saklayarak... neden beni terk ettin, dedirtmezdim. neden bana da gülmedin, diye isyan ettirmezdim. ve öyle bir hissettirirdim ki izlediğimi, gördüğümü, inancını kaybedemezdi hiçbir yürek, hiçbir şey, hiç kimse...


29.03.2021