“Ah Güzin ah. Sen bu hallere düşecek kadın mıydın?” diyerek mor elbisesinin eteklerini toplayıp yanındaki banka oturdu. Uzunca bir zaman yürümüştü bu hayatı. Kırkına gelip dayanmıştı. Dinlenmek için denize karşı etrafı sessiz bir banktan iyisi yoktur. Arkasına da aldımı bir kaç orta yaşlı çınar, daha güvenli daha konforlu yer zor bulunur. Az önce karakolda ifade verip, resmi bir ihtar belgesi almıştı. Psikoloğu böyle bir şeyin başına gelme ihtimali konusunda kendisini uyarmıştı aslında. İhtar kağıdını çantasına koydu. “Bomboş” diye andığı hayatını dizine yatırdı, iç muhasebeye savaşa hazırlanır gibi hazırlandı. Derin bir nefes alıp omuzlarını öne arkaya kısa kısa sallayıp yerine oturttu. Keskin bakışlarla karşısında duran denizin ta en ötesine uzattı bakışlarını. Arkelog olarak yapmış olduğu son izinsiz kazı için çağırılmıştı karakola. Düşündü. Kazıda bulduğu lahitten bahsetmişti. Düşündü. Lahitin altında bulduğu küçük altın kupadan bahsetmemişti ama lahitte yazandan bahsetmişti. “Buradaki kupa ile deniz suyu alıp içsen tuzlu olmaz. Tanıdık bir mor su ejderhası kupanın son damlasından önce karşına dikilir. Eğer usandıysan buradan, seni dilediğin yere götürür. Seni anlayan insanlarla anlamadığın her ne varsa üzerine sohbet eder, mora çalan kırmızı şaraplar içerek huzurlu vadilerin tadını çıkarırsın. Neşe senin mülkün olur kimsede aramazsın artık. Velevki dildediğin yer göklerden yukarıda olsun. Ya da kralların tahtlarının mahallinde.” Bu lahit yazısını dört beş saat öyle inanarak anlatmıştı ki ihtarı bu yüzden almıştı. Sakladığı kupayı çantasından çıkardı. Bomboş hayatını banka yavaşça bıraktı. Denize 20 - 30 adımda ulaşıp bir yudum tuzlu su aldı. Bir yudum tuzlu su ile dilediği yere ulaştı.
33 Yıl Önce…
Annesi Güzin’i o gece uyku saatinde odasına göndermeyi unutmuştu. Babası gece iki gibi eve geldiğinde çalışma odasından gelen tıkırtıyı takip edip bulmuştu onu. Kitaplığındaki yıllardır açılmamış en eski kitabı açmış ciddi ciddi okuyordu. Babası gülen suratını kapı pervazına dayayıp iki kere tıklattı yarı açık kapıyı. “Çalışmalarınıza saygı duyuyorum ama bu saat için o siyah etek ve beyaz gömlek biraz fazla olmamış mı küçük hanım” dedi. Kızının ciddi cevapları babasını hep güldürdüğü için onu tahrik etmeye çalışmıştı. Güzin neden bu saatte bu kıyafetle bu odada olduğuna değinmeden annesinin babasını beklerken uyuya kaldığından başlayarak söze girdi. Ailesi için çalışmanın erdemli bir davranış olduğunu hem annesinin hem kendinin bildiğini ancak babaları ile vakit geçirmenin de dünyanın eşsiz bir nimeti olduğundan söz etti. Küçücük bedeninden koca koca bir kaç laf daha çıkmıştı ikisi bir Güzin’in odasına doğru giderlerken. Tatlı uykular dileyip kızını yatağına teslim ettiğinde Güzin’in aklında okuduğu kitaptan cümleler dönüyordu. “ Evren ile bağını bulman, evreninin anahtarının göğüs kafesinin tam ortasında olduğunu bilmende gizlidir. Gözünü kapatıp evren nerde diye aradığında ikinizin ayrı parçalar olmadığını anlaman anlayışının sınırları ile sınırlıdır.” Aklında bu cümleyi döndürürken kitabın bir yerinde görüp avucuna çizdiği şekile bakıyordu. Sekize benzer bir işaret, etrafında bir uçları birleşmeyen spiral, onun etrafında bir spiral daha. Spirallere bakarken bir sarmal merdiven ile göğe yükseliyormuş daha doğrusu savruluyormuş gibi hissetmişti. Gözleri biraz kapanıp biraz açıldıktan sonra hafif bir uykuya doğru kibarca kendini bıraktı. Belki bir kaç dakika belki bir kaç saat sonra bir cam tıklatmasına irkildi. “Kim var orda”. Cevap almaktan korkmayacak yaşta olmak bu demek. Penceresinin arkasından cana yakın bir ses duydu. “Benden korkmayacağına söz verirsen senin arkadaşın olurum”. Güzin yatağından kayarak inip pencereye yaklaştı. Uykulu gözlerini bir eli ile ovalayıp pervasızca pencereyi yukarı doğru sürdü. Gördüğü gölge ancak bir sincap yada tavşan büyüklüğünde bir şeye aitti. “Tamam hadi arkadaş olalım. Göster kendini, nerdesin?”. Şirin adımlarla pencerenin dışında kendini göstermişti. Güzin’in gözleri kocaman olmuştu yeni arkadaşını görünce. Kucağına alabilceği kadar küçük, mor, sevimli bir ejderha. Kendisi gibi henüz bir yavru. Pencerenin kenarında paytak bir kaç adım atarak Güzin’e yaklaştı. Başını önce yere eğip biraz sağa biraz sola yavaşça çevirdi sonra kaldırıp yüzünü yeni arkadaşına çevirdi. “Herkesin sahip olacağının çok azı ile yaşadığını henüz bilmiyorsun” dedi sevimli ejderha. Güzin şirin bir bakış takınıp dinlemeye devam etti. “Büyüklerin sevindikleri çoğu şey belki de üzülmeleri gereken şeyler ama bunu ayırt etmeyi büyürken bir yerlerde kaybediyorlar. Değerini bilmediğini bir mücevheri sıradan bir taş sanıp kapı tutacağı yapıp buna sevinmek gibi mesela. Bir aşkı kendilerini tatmin edecek bir eğlence sanıp onunla ruhlarını keşfedemedikleri gibi mesela. Böyle böyle olağan üstü hayatı dünya hayatına döndürürler. Beni görünce mutlu olduğunu biliyorum çünkü şu an ben de mutluyum. Beni görebilme ihtimaline inancını henüz yok etmediğin için buradayım. Bunu kaybetmezsen bedenin yolculuğa çıkacak kadar güçlendiğinde geldiğim yere seni götürebilirim. Genelde insanlar bu ihtimali yolda kaybederler. Dikkatleri dağılır büyürken. Kızmıyorum ama. Aynı anda çok az şeye odaklanabilirsiniz burada. Senden istediğim rengimi unutma. Unutma ki merdivenine basamaklar ekleyebileyim. Her basamağı çıktığında çevrendeki insanlardan tepki alacaksın büyük ihtimalle. Seni anlamayacaklar. Bazen sana küçümser gözlerle bakacaklar. Bazen aptal sanacaklar. Bazen de sadece senin için üzülecekler ve bunu sana söyleyerek kırmaktan çekinmeyecekler. Sana söz veriyorum bunlara değecek. Her şey başladığında isimlerimiz aynı kağıda yazılıp atıldı talih torbasına. Bu yüzden ben seninle rahat ederim sen benimle. Pabuçsuz gezemediğiniz bu diyarın asıl diyarınız olmadığını anlamanız için herkes adının aynı kağıda yazıldığı yaverini bulmalı unutma. Şimdi uyu.” dedi. gülümsüyor gibi görünüyordu Güzin’in yeni arkadaşı. “Rengimi unutma.” diyerek geriye doğru bir kaç adımla karanlığın içinde kayboldu. Güzin tek bir söz bile edememişti. İhtiyaç da duymamıştı. Pencereyi kapatıp parmak uçlarına yükselerek karanlıklarda bir kaç kez göz gezdirdi. Kedilerin güven göz kırpışı gibi yumdu gözlerini ve yatağına yöneldi. “Ah benim renkli hayatım” dedi battaniyesinin altında girdiğinde.