Malum sabah aslında bir öncekinden çok da farklı gibi görünmemişti. Her gün 6.00’ya kurduğum ve sesinin sebep olduğu sıçramaların, panik atak boyutuna geçtiği alarmımın sesi ile uyandım. Her sabahki gibi her yerim uyuşuktu ve çok yorgundum. Kahvaltı hazırlayıp hazırlamama arasındaki yaşadığım ikilem durumundan, yarım saat daha uyumak baskın çıktı. Böylece o iğrenç saatin sesi ile yarım saat sonra yine sıçrayarak uyandım. Yüzümü yıkadıktan sonra temiz olduğunu düşündüğüm bir tişört ve kot giyip hazırlandım. İşe gitmeden önce her gün simit almak için uğradığım pastanede aslında her şey başlamıştı. Ben dükkana girdiğimde, herkesin yüzünde adeta güller açtı. Müşteriler dahil içeride bulunan her canlı, bana gülümseyerek hep bir ağızdan “Günaydın!” dedi. Sürekli insanların kulaklarına teğet geçerek onların garip garip hareketler yapmasına sebep olan karasinek bile, sanki beni görünce bir yere konup kımıldamadan ve hayretle beni seyrediyordu. İnsanın başına ümit bile edemeyeceği bir şey geldiğinde ne olur biliyor musunuz? Sizlerinde bildiği üzere, bunun gerçekleştiğine ihtimal vermez. Bir yanlışlık olduğunu veya gerçekleşen olay her ne ise yalnızca bir defa olacağını ve tesadüfen onu bulduğunu düşünecektir. En azından ben öyle düşündüm. Her gün simit aldığım pastanenin kasasında bulunan, dünya misali kutuplardan basık orta kısmında şişik geoit göbeği, üst dudağını tamamen kapatan, boyalı olduğu 500 metreden anlaşılacak kadar siyah bıyığı ve karşısına gelen her insandan tiksiniyormuş ifadesi takınan sevimsiz patron “Bugün de bizden olsun efendim. Siz değerli müşterimizi mutlu etmek bizim boynumuzun borcudur.”dediğinde bile, son yıllarda çekilen aptal şaka programlarından birine kurban olabilecek kadar şanssız olduğumu düşünüp yine de hissettiğim şeye inanmak istemedim. İşlerin gerçekten garipleştiğini iş yerime gittiğimde fark ettim. Geçen hafta iki sayfalık konuşma metninde iki virgülü eksik koyduğumdan dolayı, her gün bir saat mesaiye kalmamı isteyen, kedisinin ıslak mamayı istediğini miyavlama şeklinden anlamadığım için ağızlar dolusu küfürler yağdıran patronum, bana gülümseyerek “Günaydın Reşitçiğim.” dedi. Günaydın neyse de Reşitçiğim mi? Kesinlikle bir şaka programında falan olmalıydım. Şu insanların yakın arkadaşları ile anlaşıp, insanların sabrını sonuna kadar zorlayıp sonra da tüm ülkeye ifşa ettikleri saçma programlardan biri olmalı. Ama eksik olan şey beni zorlayan, sinirlenmemi isteyen kimse yoktu. Aslında şu ana kadar anlattıklarım, medeni olan her insanın yapması gereken davranışlardı. Günlük telaşlar mı dersiniz, yoksa hırslar mı bilemem ama bence insanlar yaşamak için yapmak istemedikleri şeyleri yapmak zorunda kaldığı için bu kadar medeniyetten uzak ve kaba oluyorlar. Daha acı olan şey ise çoğu insanın neyi yapmaktan hoşlanmadığını bilmemesi. Keşke gerçekten hoşlanmadığımız durumlardan her şekilde ve koşulda vazgeçmeyi başarabilseydik.


“Bugün istersen izin yapabilirsin Reşitçiğim.”

“Teşekkür ederim RaufBey. İzin yapacak bir durumum yok.”

İzin yapacak bir durumum yok mu? Bir senedir haftanın altı günü çalışıyorum ve hiç yıllık izin kullanmadım. Şimdi patronum izinlisin diyor ve hayır diyorum. İşte insanların nutkunun tutulması olayı tam da böyle oluyor.


“Başka bir şey yoksa ben işime döneyim Rauf Bey.”

“Tabii ki Reşitçiğim.”


Artık bir şeylerin gerçekten de farklı olduğuna ihtimal vermeye başlamıştım. Eğer ofisimden içeri girdiğimde beraber çalıştığım ve kahveden nefret etmeme rağmen her sabah kahve yapan Anıl, bana kahve yapmamışsa bugün kesinlikle farklı bir gün!

“Günaydın kardeşim. Sende bir farklılık var bugün Reşit. Sen… sen çok yakışıklı görünüyorsun. Sana kahve yapayım mı bol şekerli?”

“Anıl ben içmesem bugün olur mu? Sanki biraz midemi üşütmüşüm gibi.”

“Tabii ki Reşitçiğim.”


Bu çılgınlık. Anıl’a kahve içmek istemediği söyledim ve tek seferde kabul etti. Anıl gibi insanlara söz geçiremezsiniz. Kendi isteklerini bir şekilde size yaptırırlar ve bunu sizin isteyerek yaptığınızı size düşündürürler. Ya da sadece artık susmaları istediğinizden dolayı yaparsınız. Ama bu sefer benim dediğim oldu ve tek seferde. Senelerce tedavi uyuşturucu tedavisi görmüş ama iyileşememiş bir bağımlının bir sabah uyanıp tamamen temizlenmiş bir insan olarak uyanması gibi bir şey bu.

“Rauf la ne konuşuyordunuz?”

“Rauf Bey bana istersem bugün izin kullanabileceğimi söyledi inanabiliyor musun?”

“Neden inanmayayım Reşit. Sen istedikten sonra bu şirketi bile senin üzerine geçirir bu yalaka Rauf.”

“Saçmalama Anıl. Rauf Bey hiç kimseyi günahı kadar bile sevmez. Bana izin kullanmak ister misin diye sorması bile garip geldi. Belki beni sınıyordur diye istemiyorum dedim. Oysa ne kadar çok ihtiyacım var izin kullanmaya.”

“Reşit sen herkesle bir misin Allah aşkına? Senin ağzından çıkan bir kelime herkes için emirdir bu şirkette.”

“Bırak dalga geçmeyi Anıl. Sabah sabah kendine başka bir eğlence bulamadın mı?”

“Eğer sen gidip izin istemezsen ben gider konuşurum Rauf’la.”

“Anıl dur ne yapıyorsun?” bile diyemeden Anıl çoktan fırlamış, Rauf beyin odasına doğru yol almıştı. Acaba bu sefer ne ceza verecekti bana Rauf Bey?Ne ceza verirse versin ama geçen seferki gibi insanların ortasında bağırıp çağırmasa bari.

Rauf Bey içeri girdi ve “Reşitçiğim, izine ihtiyacın olduğunu düşünmene rağmen çalışarak bu şirkette ne kadar önemli bir personel olduğunu bir kez daha bana gösterdin. Ama keşke gelip bana izine ihtiyacın olduğunu söyleseydin. Bunu Anıl’dan duyduğum için kırıldım sana.” dedi.

“Bugünden itibaren süresiz izin veriyorum Reşitçiğim sana.”

“Yapmayın Rauf Bey. Biz sadece aramızda şakalaşıyorduk. Anıl yanlış anlamış, izine falan ihtiyacım yok benim. Lütfen kovmayın beni.” dediğimde yüksek sesle bir kahkaha patlattı Rauf Bey.

“Kovmak mı? Senin gibi mükemmel birini bulduğum için şükretmeliyim Reşit Beycim. Size istediğiniz zaman dönebileceğiniz bir tatil teklif ediyorum.”


Gerçekten bu pis bir şaka olmaktan çıkıyordu artık. Herkesi bu şaka için ikna etmiş olabilirlerdi ama Rauf Bey gibi hayata patron olmak için gelmiş bu adamı kimse ikna edemezdi. Artık bu saçmalıklara bir son vermem gerekiyor. Benim her gün yaşayacağım olaylar bellidir ve bunlar kesinlikle benim monoton hayatımın bir parçası değildi. Belki de hayatın değişikliklerine uyum sağlama dedikleri nokta burasıydı. Acaba uyum sağlayıp ben de eğlenmeye mi baksam?

“Ne kaybedebilirim ki?”

“Çok şey kaybederim tabii ki salak. Önce işini kaybedersin, sonra eve kapanır bu duruma alışmaya çalışırsın. Daha sonra bu duruma alışmaya çalışırken uykuların kaçmaya başlar. Bu süreç yavaş ve alıştırarak değil, ansızın olur. İlk gece sıkıntıdan yatakta saatlerce sağa dönersin, sola dönersin ve en sonunda uyuyamayacağına kanaat getirirsin. İkinci gece uykuya rahat dalarsın ama gecenin bir yarısı uyanırsın. Sonra tekrar uykuya dalar, sonra tekrar uyanırsın. Bu şekilde, tüm gece sanki hiç uyumamış gibi hissederek sabahlarsın.Üçüncü gece boyunca da,nedensiz bir şekilde uyanma sıklığı artarak devam eder ve artık uykun bölündükten sonra, uyuduğun vakitlerde bile zihnin sürekli bir şeyler düşündüğünden dolayı uyumadığını zannedersin.Dördüncü gece yine uyuyamayacağından korkarak yatağa girersin,bu düşünceden uzaklaşmak için başka şeyler düşünürsün. Düşünceler, birer virüs gibi çoğalırlar zihinde. Artık beynin seni ele geçirmiştir ve sabaha kadar susturamazsın. Kendi içinde senaryolar yazar ve oynarsın. Her bir senaryo için alternatif senaryolar yazarsın ve sabah bir türlü olmaz. Sabah olduğunda bu durumdan kurtulmak için dışarı çıkmaya ve bir arkadaşınla buluşmaya karar verirsin. Arkadaşına durumdan bahsederek en kötü hatayı yaparsın çünkü arkadaşın uykusuz kaldığından dolayı direncinin düşebileceğini ve hasta olabileceğini söyler. Artık kafana takabileceğin yeni bir sorun daha vardır. Hasta olmamak! Gördüğün gibi işten kovulmak asla sadece işten kovulmak değildir Reşit!”

İşte bunlar Rauf Bey'in sözlerinin ardından vereceğim cevabın arasındaki kısacık iki saniye içinde aklımdan geçenlerdi. Ama bazen sonucunun kötü olduğunu adınız gibi bilmemize, küçücük bir iyi sonuçlanma ihtimali yüzünden o karşı konulamaz yanlışı yaparız ya, işte tam olarak o kararı vermek üzere olduğumu hissediyordum.

“Demek izne ihtiyacın olmasına rağmen şirketin için izne çıkmıyorsun Reşit. Bu hareketin gerçekten çok değerli ve takdir edilmesi gerek bir davranış. Eğer kabul edersen, çalıştığın bölümün şefi olarak terfi ettirmek isterim seni.” dedi Rauf Bey.


“Rauf Bey, beni bölüm şefliğine mi layık gördünüz? Gerçekten çok üzüldüm. Ben müdürlük falan teklif edersiniz diye düşünmüştüm.”diyerek karşılık verdikten sonra Rauf Beyin suratı birden bire düştü. Artık onun maskesini düşürmüştüm. Birazdan bağıra çağıra bana hakaret edip daha sonra beni kovacak hatta belki de üzerime yürüyüp beni yaka paça dışarı atmaya çalışacak.


“Reşitçiğim, sevgili dostum, özür dilerim düşüncesizliğimden dolayı. Seninle konuşurken heyecanlanmamak elde değil. Lütfen heyecanıma ver bu saygısızlığımı. Seni şirketimizin müdürü olarak görmekten büyük zevk duyarız.”


Öylesine bir kahkaha ile gülmeye başladım ki bana şefliğini teklif ettiği satın alma bölümünde duyan herkes odaya koşarak gelmeye başladı. Öylesine gülüyordum ki gözlerimden yaşlar gelmeye, karnıma ağrılar girmeye başladı. Odaya giren herkes adeta fırtına öncesi sessizliği sezmiş gibi kımıldamadan bizi izliyorlardı. Fırtınayı başlatma görevini yerine getirmek de bana aitti. Kahkahalarımın arasında kesik kesik konuşarak:

“Yalnız Rauf Beycim, izin konusu açılmışken müdürlük görevime başlamadan şu iznimi de kullanayım diyorum, ne dersin?” dedim. Rauf Bey de benimle birlikte gülmeye başladı. Daha sonra Anıl, sonrada odadakiler birer birer gülmeye başladılar. Birkaç saniye sonra önce Rauf Bey, sonrasında bende dahil herkes gülmeyi kesti.

“Siz nasıl isterseniz Reşit Bey.Arkadaşlar sizlere şirketimizin yeni müdürünü takdim ediyorum. Reşit Bey, bundan sonraki çalışmalarına şirketimizin müdürü olarak devam edecek. Tabii tatilini yapıp döndükten sonra.” dedi. Rauf Bey beni iyice rezil etmek için tüm gücü ile çabalıyordu. Ben de ona karşılık vermiştim ve artık geri durmanın hiçbir faydası yoktu.

“Yalnız Rauf Bey, ben iznim bittikten sonra da evden çalışayım diyorum. Ofisteki işlerim içinde bir asistan ayarlarsınız diye düşünmüştüm.” Rauf Bey bir anda beni alkışlamaya başladı. Bir süre devam ettikten, gülümseyerek:


“Sevgili Reşit Bey, her zaman olduğu gibi yine haklısınız; harika bir fikir bu. İstediğiniz kişiyi seçebilirsiniz asistanınız olmanız için.” dedi. Bu kadarı Rauf Bey için çok fazla. Bu iş şaka olamazdı. “Artık yenilgiyi kabul etmek lazım.” diye düşündüm. Hem Rauf Beyin en haz aldığı durumlardan biridir, karşısındaki insanın yenilgiye uğradığını hissetmek.

“Teşekkür ederim Rauf Bey. O zaman asistanım olarak Anıl’ı seçiyorum. Anıl hemen eşyalarını topla ve çıkalım. Artık tatile çıkmak istiyorum.” dedim. Anıl eşyalarını topladı ve Rauf Bey ile karşılıklı olarak, kafalarımızı biraz öne indirip sonra tekrar eski haline getirerek selamlaşıp şirketten ayrıldık. Asansörde, az önce resmi olmayan istifa mektubumu imzaladığımı düşünürken Anıl sessizliği bozdu ve “Reşit Bey eşyalarınızı evinize kadar getirmemi ister misiniz?” dedi. “Teşekkür ederim Anıl, yalnız gitmek istiyorum.”

Anıl’la vedalaştıktan sonra düşüncelerimi kontrol etmekte zorlanıyordum. En kötü ihtimalle kovulmuştum. Ama kovulmadıysam başıma gelenleri, aslında kötü şeyler değildi,nasıl açıklayacağımı bilemiyordum. Şirkette benimle eğlenmek en büyük hobisi olan arkadaşım ve beni pis bir böcek gibi gören patronum, her istediklerimi koşulsuz yerine getirmişlerdi. O an aklıma çok garip bir şey geldi, sokakta hiç tanımadığım birinden, çok saçma bir şey istesem acaba tepkisi ne olurdu? Kulaklarını kocaman kırmızı renkli kulaklıkla kapatmış, beyaz kot şortlu ve sakallarının beyaz miktarından, kırklı yaşlarda olduğu belli olan birisi yaklaşıyordu. Biraz cesaret ve saçma sapan bir soru ile şaka gibi geçen bu güne bir son verebilirim. Adamın önüne geçip, “Merhaba, sizden bir şey rica edebilir miyim?” diye sordum. Kulağından bangır bangır gelen sesten ve suratıma anlamsızca bakarak: “Buyurun,” demesinden, söylediklerimin hiçbirini anlamadığını fark ettim.

“Ben sizin kulaklığınızı çok beğendim. Hayatım boyunca arayıp da bulamadığım kulaklık bu sanki. Zaten bulsam da buna sahip olacak maddi duruma da sahip değilim. Acaba kulaklığı bana hediye edebilir misiniz?”

“Biz tanışıyor muyuz?”

“Hayır, sizi ilk defa burada gördüm. Kulaklığı görünce de dayanamadım.”

“Fakat ben sizi çok iyi hatırlıyorum. Nereden hatırladığımı, adınızı bilmiyorum; çok ilginç ama sizi tanıyorum. Sanki senelerdir tanışıyormuşuz gibi hissediyorum.”

“Birine benzetiyor olmalısınız. Söylediğim gibi ben sizi ilk defa bugün, burada gördüm.” Ben daha cümlemi tamamlamak üzereydim ki, kulaklığını çıkarıp, uzattı.

“Buyurun size naçizane bir hediye olarak kabul edin lütfen.”

“Hayır, siz yanlış anladınız. Ben aslında…”

“Lütfen, rica ediyorum,” dedikten sonra kulaklığı zorla elime verdi. Daha sonra hızla uzaklaşarak “Kendinize iyi bakın, yine karşılaşmak dileğiyle.” dedi. Elimde kırmızı, hiçbir zaman kullanmayacağım bir kulaklıkla kaldırımın ortasında kımıldayamadan duruyordum. Hemen bir taksiyle eve gitmeyi düşündüm, yürümenin iyi gelebileceğine kanaat getirdikten sonra evime kadar yürüdüm. Yaklaşık üç kilometre civarında yürüdükten sonra evime geldiğimde, hala bugün olanların etkisinden kurtulamamış, bir de üzerine yorulmuştum. Birden aklıma insanoğlunun sorunlara karşı bulduğu en iyi çözüm geldi: uyumak.Eğer bugünü bir an önce bitirebilirsem, yarın her şey normale dönecek.

İşten yürüyerek gelmem zannettiğim üzere beni yormuş,uyumakta zorlanmamıştım. Bugün de olduğu gibi güneş ışınlarından dolayı her zaman uyanmışımdır. Her ortamda, her şekilde uyuyabilen insanlara hep imrenmişimdir. Benim uyuyabilmem için zihnimin boş; uyuyacağım odanın sessiz, karanlık olması gerekiyordu. Dışarıdaki hayatın tüm hızıyla devam ettiğini belirten sesleri duyunca, dün yaşadıklarım aklıma geldi. Saçma sapan bir kelime, ses veya olay nasıl oluyor da aklımıza hemen yaşadıklarımızı getirebiliyor? Keşke uyuyarak bunların hepsinden kurtulmak mümkün olsaydı maalesef uyanır uyanmaz koca bir yirmi dört saatin,zihnimize düşmesi sadece bir veya iki saniye sürüyor.Şimdi düşünebildiğim tek şey, bir hafta önce son model bir BMW alan alt kat komşumun aracını ödünç istesem bana nasıl tepki vereceği. Kahvaltı bile yapmak istemiyorum; karşıma çıkan ilk insandan, istenebilecek en absürt şeyi istemeyi arzu ediyorum. Aslında isteklerim karşısında ne tepki verecekler, asıl merak ettiğim buydu. Olayı daha da garip hale getirmek için yataktan kalktığım gibi; yüzümü yıkamadan, saçlarımı taramadan, afyonum patlamamış bir şekilde yapmayı düşünüyorum. Hiç tanımadığım ama maddi durumunun yerinde olduğunu düşündüğüm alt kat komşumu hedef olarak belirlememle, dairesinin ziline basmam arasında geçen sürenin ne kadar kısa olduğundan bahsetmeme gerek yok sanırım. Adını bile bilmediğim komşum kapıyı açtığında, yeni belirmeye başlayan kırışıklıkları gözüme çarptı. Daha genç olduğunu zannettiğim komşum, beni karşısında gördüğünde şaşırmadı. Sanki benim gelmemi bekliyormuşçasına tebessüm ederek “Günaydın.” dedi. Bakalım binlerce lira harcayarak aldığını son model aracını istediğimde de böyle tebessüm edebilecek mi?

“Acaba aracınızı rica etsem, ödünç alabilir miyim bugün için?”

“Hemen anahtarı getireyim. İstediğiniz kadar kullanabilirsiniz.”

“Ama siz aracınızı yeni almadınız mı? Siz nasıl? Nasıl hiç tanımadığını birisine aracınızı verebiliyorsunuz?"

“Aman efendim, komşuluk böyle günler içindir. Hem sizin gibi birisini tanımaya bile gerek yok. İçinizin güzelliği yüzünüzden belli oluyor. Buyurun lütfen.” diyerek anahtarı uzattı. Hiçbir şey söyleyemeden ayrıldım, asansöre binecek kadar sabrım olmadığından koşarak merdivenlerden indim. Az önce ödünç aldığım araca biner binmez gaza bastım ve siteden ayrıldım. Bir süre sonra kendimi, şirkete doğru giderken buldum. Buhranlı düşüncelerden sıkıldığımda -çoğu zaman buhranlı olmasa bile düşünürüm- kendimi ansızın, ne yaptığımın bile farkında olmadığım planlı bir eylem içinde bulurum. Planlı diyorum çünkü her ne kadar farkında olmasam da şirkete gitmemin bir sebebi vardı. Bunu da neden şirket yolunda olduğumu düşününce hemen anladım. Bu oyuna son verebilecek bir kişi varsa, o kişi kesinlikle Rauf Bey olmalıydı. Sadece onu yeterince zorlamamış olmalıydım. Şirketin önüne aracı gelişi güzel park edip koşarak Rauf Bey'in odasına çıktım ve kapısını çalmadan odaya daldım. Daha beni gördüğünü anlamasına fırsat vermeden: “Rauf, ben bu şirketin yüzde elli bir hissesini istiyorum. Para da vermek istemiyorum çünkü bunca senelik emeğimin karşılığının aslında bu olduğuna karar verdim. Eğer senin için uygun değilse, hemen şirketteki tüm görevlerimden ayrılacağım.” dedim. Daha sonra olanları anlatamayacağım çünkü neler olduğuna anlam veremediğimden olsa gerek, gerçekten hatırlamıyorum. Şirketin önüne bıraktığım araca geri dönerken, geldiğimden farklı olan tek şey artık şirketin yüzde elli bir hissesine sahip olmamdı.