Herkes kimi zaman birinin ya da birilerinin en değerlisi, en sevdiği olmak istemiştir diyerek başlıyorum söze. Yeri gelmişken söyleyeyim, hayat sadece kendini sevmekle yaşanmıyormuş, insan dışsal bir sevgiye hep açmış. Yanaklarım acıya acıya, gözlerim kanaya kanaya öğrendim bunu...
Birinin hayatında "en kıymetli" olmak nedir bilmiyorum. Annemin en kıymetlisiyim ama, ondan eminim. "En" diyoruz, iki harflik kelimeye dünyaları sığdırıyoruz...
Bir zamanlar, daha aklı ermezken biri vardı, bir garip seviyordu ama bende bir etki yaratmadı. Benim için "en" değildi. Ben bana büyük hatalar yaptıracak birini bekliyordum ya da bende aynı gariplik yoktu, yol yakınken de bitti zaten.
Zaman geçti aradan, süzüldüm rüzgarın tenime değdiği her anda.. İşte yine rüzgarın süzüldüğü bir eylül gününde gördüm onu. Rüzgar ben olmuştum. Oydu bana büyük hatalar yaptıracak... Beni kendimden, benliğimden çıkaracak olan... O kadar emindim ki kendimden, o benim "en" dediğim olacaktı. Oldu da. Ama bu sefer de yarım kaldım. Onun için "en" değildim. işte o zaman daha iyi anladım birinin en sevdiği, en değerlisi "en" kelimesine yüklediği anlam olmak için karşılıklı olması gerekiyormuş. Şimdi, karanlık bir "en" içerisinde ne yapacağımı bilmem, umarsızca bakarım gözlerine. Sığındığım tek liman "en" kelimesine yüklediğim anlamdır. Sözün özü; "en" diyoruz, iki harflik kelimeye dünyaları sığdırıyoruz...