yarım koma
*
Yolculuklar kuruttu içimi Enis,
masamdan kalktım ve döndüğümde
mutlak bir karanlık buldum hep;
pusulam kırık, lâmbam sönmüş,
içimde çoktan yer etmiş o yarasaydı
kan çanağı çırpınan. Bir köprünün
iki yakasında ayrı ayrı durdum: Beni
sürdüren nedir? Her şeyi kendime
yapılmış bir erteleme saydım: Köpürmüş
suda dinlendi amansız kasırga tohumu
ve toplandı ebabil dolu taneleri birden,
soyunduğum gün bana koyu gece giyindi.
Geçseydim karşı yakaya, geçebilseydi
içimdeki âvare tin bir kararsızlıktan
ötekine doğru koşaradım
erişecektim yarım bıraktığım telâşa,
ona artık eksildim: Doğudan gelen bir
suyun üzerine yazılı kaldı adım.
*
Neden sonra
yeniden sökün etti sert yüzlü başıboş atlar
tepelerin ötesinden, yeniden çıkageldiler
üzerlerinde büyük göğüslü Tatar kadınları;
bir kez daha kalkıp giyindim hızlı hareketlerle,
gecenin sonuna dayanırken gece çıktım dışarı
ardına kadar açık bırakıp kapısını evimin.
Yoktu sokaklarda bir silûet, tek bir nefes,
kimse dokunmamıştı günbegün uzayan
buzul sarkıtlara henüz, sesse, erişmeden vakit,
kaldırımlarda yumuşak adımlarım,
yankılarından büyük bir çukur.
Yılgı dolu âyinler geçti peşpeşe cinnet üzre
çalışan bozuk zemberek aklımdan o an,
biliyordum bulvarları yalayan sahte
ışıkları kamaşmış gözlerim tararken:
Uçmayı yaradılış günü unutmuş kuzgunlar,
çökelek bekçi lekeleri, uğursuz birer kömür
parlak karanlığın içinden artan hışırtısında
nemli kanat tüylerinin kâbuslarımı
biriktirmişti eski gövdelerimden anımsadığım
tozaran kemikler, onca kafatasını. gözçukuru.
Sıçradım ve alnıma dizilmiş boncuklarda
kırıldı ilk ışık. Ardarda çaktı penceremde
nikel kıvılcımları. Sıkışmış bir yumaktı
gök sıkıntı. Aynı noktada topladılar ölüleri.
Kış geliyordu sahiden. Her şeyi kendime
kurulmuş ince ayarlı bir saat sandım.
Silindi belleğimde sessizlik korosunun harfleri
ve ağır bir suç anlatıldı bana. Onu çok iyi işledim.
*
İşte kaçınıyor içimdeki bronz çelişki. uzaktaki
hırçın kayalığa çarpmaktan. Peşimi bırakmıyor
yaylı sazların havayı doldurduğu gam ezgileri.
Kim, diye deliyor akkor sorunun işareti
tenimi koruyan ince zarı: Bilmiyorum ki
kim sorumsuz uykunun ülkesine tıkabasa
doluşmuş bu görüntüleri aşıp gelebilir, kim
ağrımın çekirdeğinde salıncağını kurabilir,
bilmiyorum kimim aslında ben, nedir
yürürken ikiye ayrılan içimdeki gölgem —
yazdığım bulanık tarihlerdedir uçarı adresim,
çizdiğim ölçeksiz kayıtlardan sildim çünkü
zamanın kapalı yüzüne gömülü kentlerle
suların örttüğü adaları. Elimde bana geçit
ve yön bırakmayan esrik pergelim kaldı.
Durmadan gecenin arkasına bakın Enis,
esirgemeyin benden son siyah ışığı,
anlama kılıf tek bir hece olsun sakınmayın,
kalmadı adını koyabileceğim kimse ve nesne,
kalmadıysa eksik bütünlüğünü aramak için
bir daha seferi çıkacak ses. Vakit tamam.
Herşey ayarlandı. Beynimde hazırladığım felç
usulcana alışacaktır gövdeme: Çözülsün
çıkınlarım ve yakılsın elimden çıkma haritalar;
bu diyar yok şimdi, bu belde erisin güneşimde,
bu boşluk, bu zedelenmez sessizlik, bana arsız
gerçeğin sunduğu armağan: Suyun üzerinde adım.
(Gösteri 167, Ekim 1994)