Güzel... 

Güzel nedir? Güzel olanın güzel olduğunu nasıl anlarız? Güzellik bir ide midir ve Platon'un bahsettiği gibi bu güzellik idesinden yüksek dozda nasibini alan nesnelere güzel, düşük dozda nasibini alanlara ise çirkin mi deriz?

 Bu soruların yanıtlarına geçmeden önce baştan uyarı olarak söylemem gerekli ki bu çalışma ön araştırmadan geçmeden sadece şu ana kadar biriktirdiğim bilgi birikimine ve bu birikimden geriye olabildiğince saf kalabilen düşüncelerime dayanmaktadır. Yani hatalarım, kusurlarım olacaktır ve bir de yorumsal bir yazı olacağı için doğruluğu ve yanlışlığı görelik denizinde dalgadan dalgaya değişecektir. 


Güzellik kavramı doğuştan mı gelir yoksa sonradan mı oluşur bilmiyorum; ama bir bebeğin bile gözüne hoş gelen nesneye ya da insana daha çok yöneldiğini gözlemleyebiliriz. Bunun nedenini tam olarak bilmiyorum ama güzel olan şeylerin daha rahat ve belki de daha güvenli hissettirmesinden kaynaklı olabilir. Dediğim gibi bu sohbet denemesinin içinde bolca yorum olacak, umarım aşırı yoruma düşmem. 

Bu bağlamda gelelim "Güzellik doğuştan gelen bir ide midir?" sorusuna. Bir bebeğin bile güzel olana yönelmesinin güzelliği doğuştan gelen bir ide yapar mı emin değilim. Şu ana kadar insanlığın birçok biyolojik dürtüsü açıklandı. Bu dürtülerin hepsi de temelde hayatta kalma ve üremeye bağlanırsa, bir bebeğin güzele yönelmesinin sebebi de belki bu olabilir. 

Peki hangi güzel, güzel? Bu sorunun cevabını kadın bedeni üzerinden yorumlayacağım zira ben de bir kadınım ve bu yazıda sadece deneyimlerimden yola çıktığımı açıklamıştım. Bir zamanlar güzel olarak kabul gören balık etli kadın mı güzel, "doksan altmış doksan" kadın bedeni mi güzel, Afrika'daki insanların ağızlarına, burunlarına, kulaklarına taktıkları kocaman kocaman halkalar mı güzel, Japon geleneğindeki dişlerini siyaha boyayan kadınlar mı güzel?

Cevap veriyorum, hepsi... Hepsi güzel ama aynı zamanda çirkin... Nasıl mı? Şu an Türkiye'de yaşayan biri Afrikalılar'ın kulaklarındaki, ağızlarındaki halkaları güzel değil de tam tersi çirkin hatta ürkütücü bulabilir -en azından ben buluyorum- fakat Afrikalılar için bu güzeldir. Bu mekana göre değişen güzellik algısına örnek olsun. Bir de zamana göre değişen güzellik algısına örnek olarak da bir zamanlar balık etli kadınların güzel bulunduğu topraklarda bir süre sonra ince, tığ gibi kadınların güzel olarak kabul gördüğünü tarih içerisinde görebiliriz. 

Bu durumda "Güzellik ide midir, yoksa sonradan standarda konulan bir algı mıdır?" sorusuna tekrar dönelim. Ben bu bağlamda güzelliği doğada var olan ve insanların yarattığı yani kısacası doğal ve suni olmak üzere ikiye ayıracağım. Doğal güzellik yani güneşin doğuşu ve batışındaki o renk cümbüşü ya da doğadaki çiçeğin, nehrin, ağacın güzelliği birçok insanca, birçok toplumca ve kültürce güzel olarak kabul görür. Peki bu güzelliğin ide olduğunu kanıtlar mı? Sanmam, belki ilkel atalarımız, güneşin doğuşunda geceden yani vahşi hayvanlardan kurtulduğunu anladıkları için rahatlıyorlardı ve bu zaman içerisinde bize güzel fikri olarak kalıtsal aktarıldı. Yani bence güzellik kavramı doğuştan yok ama kalıtsal olarak genetiğimize işlenmiş kodlar sayesinde bizi rahatlatan unsurları sonradan güzel kategorisinde sınıflandırıyoruz. 

Bir de yapay güzellikler var; toplumun ve kültürün doğal güzellikleri algılayış ve işine yarar taraflarını almasına bağlı olarak değişen suni güzellik. Bu açıklamadan da suni güzelliğin doğduktan çok daha sonra komplike bir biçimde öğrendiklerimizle, yaşamımızla şekillendiğini görebiliriz. 

Bana göre spesifik olarak her bireyin güzellik anlayışı ilk olarak genetiğine işlemiş olan ve sonradan güzel kategorisine koyulan unsurlardan, toplumsal güzellik algısından ve üçüncü olarak bireyin kendi ihtiyacından oluşur. Burada bizi ayıran tek unsur ihtiyaçlarımız fakat ihtiyaçlarımız arasında da benzer ve ayrı olanların olduğu unutulmamalı.