Dükkanın önündeki paslanmış askılığa günün son ıslak havlularını astığımda ürperiverdim. Kış iyiden iyiye ayazını getirmeye başlamıştı. Bizim işler de yavaşlamaya başlamıştı zaten. Ayağıma dolanan kedileri hafifçe iterek dükkana girdim. Şimdi gözlerim her zamanki yerinde, koltukta olması gereken eskimiş hırkayı arıyordu. Ya ağdaya çıktığımda yukarıda unuttum ya da kasanın arkasında duran sandalyede olmalı.
-Anne! Hırkam yukarıda mı?
-Evet canım, burada unutmuşsun. Dur getireyim, hem bir baksana şu yeni gelin programı başlamış mı?
-Başını kaçırmışsın. Yeliz de geldi mi gitmek bilmiyor. Yine tüm derdini tasasını anlattı da bir kere sen nasılsın demedi. Neyse sana da üçü bir arada yapıyorum biraz olsun için ısınır.
Annem sadece başını sallamakla yetindi, çoktan dalıp gitmişti televizyona. Bütün gün gelip gidenler, evini, eşini, arabasını öve öve bitiremeyenler, ufacık meseleleri dünya başlarına yıkılmış kıvamıyla anlatanlar tüm sorunlarıyla ya da sözde kusursuz hayatlarıyla çekip gitti. Şimdi annem, ben ve kedilerimle baş başayım. Kedilerim... Benimkiler her sene değişir. Bana sevgi ve minnet duygusuyla bağlı kediler değil, bana ihtiyacı olan kediler gelirler dükkanın kapısına şişkin karınlarıyla. Her yıl bir daha kedi beslemem der sonra yine her yıl dayanamam bir güzel korur kollarım onları.
Bende kışlar böyle, gün içinde dört-beş müşteri gelir dertlerini kusup giderler. Onlar gidince kapıyı kilitler, ışıkları söndürürüz. Annem örgüsünü örer, ben sigaramı içerim, arkada da gelinli kaynanalı bir gündüz programı açık. Annem arada konuşur onlarla, kaynanalara destek çıkar. Ben mi? Ben de onu izlerim işte ya da dalıp giderim bilmiyorum.
Babam yeni göçtü öbür tarafa. Bir sabah kalktık, saat daha beş buçuk, deli gibi babamı uyandırmaya çalışıyoruz. Uyanmadı tabii. Ne yapacağımızı bilemedik. Ortada ölü bir baba, bomboş bakan bir anne, panikten çırpınıp duran kırklarında yalnız bir kadın ve cenaze için gelen belediye görevlileri. O gün üstüme sinen çaresizliğin kokusu bir daha hiç gitmedi. Bir de günün bu saatinde ya da sabahın ilk ışıklarında kısaca yalnızlık bende beden bulduğunda sanki daha keskin kokuyor.
Babamdan sonra annem de artık daha yaşlı. Bakın bu çok şeyi değiştirir. Ölümün kesif kokusu bir kere sindi mi evin içine ya olgunlaşır insan ya çocuklaşır. O, çocuklaşmayı ve umarsızca sırasını beklemeyi seçti. Haliyle olgunlaşmak da bana düştü. Şikayetçi olduğumdan değil ama yine de evlenip giden iki kardeşime imrenirim arada ve içimi bir korku kaplar. Kalbimi güm güm attıran, gözlerimi dolduran acımasız korku... Ya annem de giderse o zaman ne yaparım yapayalnız?