Yazar, gariban köylüleri anlatmamış adeta kitabın sayfalarında yaşatmıştır... Her yerde ve zamanda, bu insanlar sarı sıcağın altında bir lokma ekmek için mücadele etmiş, ölene kadar çalışmıştır. Memleketimin insanları gözünü işte, ırgatlıkta açmış; çoğu zamanda da yarı aç, yarı tok yatmıştır... Okurken içimizi burkan cinsten bir kitaptır: Kaplumbağalar!

Fakir Baykurt, Türk köylüsünün her yönünü eserlerinde işlemiştir. Acısıyla tatlısıyla, insanların vicdanını yoksullukla birleştirmiş ve ortaya muazzam bir kitap bırakmıştır. Biz okurken hüzünlenelim diye mi, yoksa gerçekleri bilelim diye mi? Bence bunu okura bırakmıştır...

Devamında köylünün hayatını, insanların yaşamlarını ve ruhsal gerçeklerini anlatan harika bir kitap olduğu kolayca anlaşılmaktadır. Kahramanlar o kadar içten yansıtılmış ki hangi köye sapsanız onlardan birini şimdi bile görürsünüz. Onlarla kızıp, onlarla yorulup, onlarla mutlu oluyorsunuz. hele Kır Abbas… Bu adama hem çok kızıyorsunuz hem de çok seviyorsunuz. Ve Öğretmen Rıza’nın, muhtarın, Yusuf Oğlan’ın, Senem Gelin’in ve köylülerin de hakkını yememek lazım. Hepsi ama hepsi aslında bizim çok yakınımızda. Tabi yaşadıkları sıkıntılar da...

Fakir Baykurt’tan köye ve köylüye dair bir başyapıt… Küçümsenen, beğenilmeyen köylünün neler yapabileceğini, nasıl yoktan var ettiğini görüyoruz. Bu güzel işlerin devlet tarafından destekleneceği yerde köylünün engellerle karşılaştığını gördüğünüzde düzene bir kez daha sövüyoruz. Romandaki kaplumbağa imgesi ve kaplumbağalara dair bölümleri okuduktan sonra gördüğümüz her kaplumbağada Tozak köyünü, Kır Abbas’ı hatırınıza getirip hüzünlenmemek elde değil.

Yazılmış en iyi köy romanlarından biri ‘Kaplumbağalar’. Alevi köyünde geçiyor hikaye. Ama diyelim yoksulluk var, diyelim apaçık bir köy gerçeği var. Çırılçıplak bir cehalet var, ama zararsız, şehre çıkınca kendini belli eden, ama köyde sırıtmayan. Mesela çok ciddi bir tespit var ki; bugün hala geçerliliğini koruyan ve ciddi bir çoğunluğu ilgilendiren bir tespit. Şehirden tapu için gelen memurlara yumurta pişirir köylüler ve ‘şehirli’ bir memur yumurta yerken, bir tavuğun heladaki dışkıları eşelediğini görür yumurtayı yiyemez. Bu bir statü göstergesi, mesela bu bir imgeye dönüşür, tiksinmek olarak zuhur eder.. Sonra küçümsemek olarak zuhur eder. Halbuki o memur da aslında köylüdür. Halbuki tavuğun dışkıyı eşelemesinin bilimsel bir açıklamaya ihtiyacı yoktur. Bunu herkes bilir. Yumurta daha güzel olur öyle. Ama o memur ve onun gibiler geldikleri yerleri çabuk unuturlar ve kötü birer eleştirmen olurlar. Toplumsal dönüşüme en ufak katkıları yoktur.
Öte yandan köylü ciddi bir çaresizliğin içerisinde kıvranmaktadır... Kısacası köylümüzün dramına şahit olursunuz: Kaplumbağalar'da!