Felsefe bir düşünme eylemidir, düşünmenin bir biçimi ve felsefenin yapılabiliyor olmasının insanın yaşamına kattığı bir fayda vardır. Yani yalnızca haz duyulduğu için yapılan bir eylem olmaktan çok topluma ve bireye kazandırdığı fayda ile ön plana çıkan bir eylem biçimidir. Çünkü en soyut felsefi konular bile insan yaşamını etkileyen konulardır. Bu yüzden felsefe toplumun içinde yaşan bir değer olmalıdır adeta kültürün değişmez öğesi.
Felsefe, eylemlerimizin arkasında ki nedeni bilmemizi sağlar ya da başka bir deyişle felsefe eylediklerimizi neden eylediğimi bilmemizi sağlar ya da yine başka bir ifadeyle neyi neden eylememiz gerektiğini ve neyi neden eylemememiz gerektiğini bilmemizi sağlar. Bilmek, neden ve eylem. Yani bir araçtır felsefe, bilmenin aracı, özgürlüğe kavuşmanın aracı.
Neden insan öldürmemeliyim, neden kırmızı ışıkta geçmemeliyim, neden komşunun evinin içine balkondan ev yapımı bir bomba atmamalıyım? Tabi ki de bu soruların hepsine tek bir cevap verebilirsiniz; çünkü hapse girerim :) Haksız olduğunuzu da söyleyemem. Ya da şöyle bir cevap da verebilirsiniz; neden yapayım? Evet, bu da oldukça makul cevap olabilir ama olmayabilir de. Komşunuza fevkalade sinir olduğunuz bir an gelir ve sinirinize hakim olamayacak bir noktaya gelebilirsiniz, sonuçta hepimiz Zen ustası değiliz ya da gelecekte hükümet ifade özgürlüğüne de yasaklayabilir. Ben de o zaman size şunu sorarım; yasak olduğu için kendinizi hür bir biçimde ifade etmeyecek misin? Her türlü yasağa uyacak mısınız? İşte bu noktada şeylerin yasak olması ya da yasal olmasının ne anlama geldiği ve neden yasak ya yasal olduğu sorusunu sormalıyız? Ölçütümüz nedir? Çünkü eylemlere kendinde olmayan nitelikler atfediyoruz; yasak, yasal. Düşünün, insan öldürmek, sadece insan öldürmektir. Bir eylemdir. Buna iyi ya da kötü derken birtakım düşüncelerden hareketle bu olumlu ya da olumsuz niteleme eylemini yapıyoruz. İşte bu düşüncelerimiz, felsefenin ta kendisidir.
İşte bu yüzden felsefe toplumun içinde yaşayan bir değer olmalıdır. Çünkü yasakları ve yasalları felsefe ile ölçeriz. Felsefeyi bilirsek, yasaklar ve yasallar kimin yararına, kimin zararına anlayabiliriz. Şimdi başta ki sorulara felsefe ile alternatif cevaplar vermeyi deneyeyim: Neden insan öldürmeyelim? Elbette ki bu soruyu, öldürmek için bir sebebiniz olduğunu düşündüğünüzü varsayarak soruyorum. Çünkü herkesin herkesi öldürme özgürlüğü olduğu bir toplumda, kaos olur ve toplumun sürdürülebilirliği imkansızlaşır. Neden kırmızı ışıkta geçmeyelim? Herkes kırmızı ışıkta geçerse trafik düzenli bir şekilde akmaz ve bir süre sonra ulaşım imkansız hale gelir. Bu da bizim zararımızadır. Son soruya cevap vermiyorum, artık anlamışsınızdır. Yani yasaklar ve yasallar toplumun sürdürülebilirliği açısından değerlendiriliyor. İşte bu bizim hareket noktamız. Bir birey olarak içinde yaşadığımız toplumda bir şeyin neden yasak olduğunu buradan hareket ederek araştıracağız. Meclisten bir yasa geçmiş. Bu yasa neden geçmiş, bu yasa kimin yararına... gibi soruları felsefe araç edinerek araştıracağız. Bu bizi daha özgür daha yaşanılabilir bir toplumun parçası haline getirecek yegane yöntemdir.
Tabi ki bu noktada toplumu neden sürdürmeliyiz sorusunu yine felsefeyi yöntem edinerek sorabiliriz ama bu bizi konudan uzaklaştırır onun için sormayacağım.
Felsefeden bir düşünme eylemi olarak bahsettim. Felsefe eşittir düşünme demedim. Çünkü felsefeyi herhangi bir düşünme eyleminden ayıran 2 nevi şahsına münhasır niteliği vardır; yöntem ve konu. Bir kişinin felsefi düşünme eylemini yapabilmesi için doğal olarak düşünmesi gerekir yani soru sorma kabiliyeti olması gerekir. Herhangi bir şeyi yaparken. Kararlarını içinde bulunduğu sosyal ortam değil, kendi alması gerekir. Örneklendireyim biraz bu söylemimi. Bilirsiniz Türkiye'de insanlar Müslüman doğar. İşte bu ne demek, sosyal ortam sizin yerinize sizin dini seçiminize karar vermiş demek. Kaç kişi nüfus müdürlüğüne kendi başına gidip, kimliğinde ki "dini" kısmına Müslüman yazdırdı ya da kaç kişi ömrünün ilk yıllarını dinsiz olarak geçirip daha sonrasında araştırıp, düşünüp bir süreç sonucu Müslüman olmaya karar verdi. Kaç kişi benim dinim neden İslam diye sordu? İşte bu soruyu sorabilmek düşünmenin ilk aşamasıdır. Bu soruyu sorabilmek için farkındalık sahibi olmak gerekebilir. Tabi daha da katmanlandırabiliriz ama ihtiyacımız bu konu bağlamında yok.
Düşünebilen, soru sorabilen insanlar için soruların ve seçimlerin kimi felsefi kimi de değildir, zaten soru sormayan veya düşünmeyen insanlar için böyle bir ayrımdan söz edemeyiz. Örneklendireyim. Ev alışverişi sırasında hangi yatağı satın alacağınız felsefi bir soru değildir ama nasıl yaşamalıyım ya da sahip olduğum hayat ile ne yapmalıyım, ne yapmak istiyorum... gibi sorular açıkça felsefi sorulardır. Tanrı var mı gibi bir soru da oldukça yaşamın içinden bir sorudur ve bu soruya da felsefi yöntem ile bir cevap aranabilir.
Görkem Alptekin
2024-09-06T20:58:44+03:00@sadeceali öncelikle yorumunuz için teşekkür ederim. Söylediklerinize kısmen katılıyorum. Katılmadığım kısımsa toplumun oluşturan bireyler ayrı ayrı ya da kolektif olarak bu kümülatif bilgiden nasibini almasa da birey olarak felsefi yöntemi kullanarak kendi felsefesini oluşturması bile az şey değildir bence. Yani toplumun felsefeye dayanarak çeşitli eylemlerin yapılıp yapılamayacağı konusunda bir fikir birliğine varmasa bile eylemleri atalarından aldıkları gibi sorgusuz uygulamak yerine atalarından aldıklarını kendi felsefelerinden süzerek bir şey meydana getirmeleri az şey değildir diye düşünüyorum. Onun dışında katılıyorum hatta edebiyatın bilgeliği demişken Vernant'ın şu dedikleri geldi aklıma: "Edebi metinler teknik bir dil kullanılarak yazılmadığı için, felsefi kavramların kamuoyu üstündeki etkisini anlamak konusunda felsefi metinlerden daha faydalıdır".
can sarıtaş
2024-09-06T19:36:14+03:00İoanna Kuçuradi tam da bu sebeple sürekli, felsefenin en temel derslerden biri olması gerektiğini savunuyor. Söylediklerinize katılmakla beraber, felsefenin salt olarak topluma fayda kazandıramayacağı kanaatindeyim. Şayet sosyoloji ve edebiyatı da felsefenin ayrılmaz parçaları olarak görmekteyim. öne sürdüğünüz senaryolar yüzyıllarca, hatta binlerce yıldır insanlığın etik felsefesiyle boğuşmasını konu alıyor. Her ne kadar Kant kuralcı yaklaşsa ve Nietzsche bu kuralların manasızlığına ve bireyselliğine dikkatleri çekse de tüm bu kümilatif bilgi birikimi ve düşünme eylemlerinin, önce düşün dünyasında sosyolojik alt yapı ve edebiyat bilgeliğiyle birleşip ardından gerçek dünyadaki eylemlere dönüşmediği sürece yalnızca elit akademisyenlerin mezesi olabileceğini düşünüyorum. Kaleminize sağlık.