her şeyden önce insandık
devrik ayların
büyülü balo gecelerinde
dolunay tutkusuyla
yanıp tutuşurken ruhlarımız
haykıra haykıra sarhoş olur
ve hıçkıra hıçkıra ağlardık
vakitsiz ölümlere
bütün ölmelerimiz erkendi bizim
diğer herkes gibi sıradandık
bizi farklı kılan öpüşmelerimizdi
yeri gelir
öpüşe öpüşe öldürürdük
birbirimizi
ve başka alemlere
kaybolup gitmenin
tatlı hüzünlü titremesiyle
ölümsüzlüğümüzü ilan ederdik
insanlığın en yalın hali
bir yoksul umutla
bölerdi gecelerimizi
ölümün tadını anımsardık
geçmiş dolunaylara gülümserdik
inci bir çizgi halinde
dönerken dünyanın etrafında
kendimiz üzere gördüğümüz
her taş parçasını merak ederdik
çok meraklı çocuklardık biz
çok da hüzünlüydü mizacımız
bütün ölümlere ağladık
özellikle bütün öleceklere
ganimetlerini sererken
tanrıça'nın tahtının ayaklarına
senin ayakların saçlarına uzanan
bir yolun başı olurdu
güneş imparatorluğu
intiharların gölgesinde büyürdü
sen kaybolur giderdin o diyarlara
hep bir şeyler arardın
hepiniz sürekli bir şeyler aradınız
bir kavga çıkardık başımıza
o an işte ölümü kavradık çaresiz
oysa kandırıldık kendilerimiz tarafından
buna dayanamadık hepimiz ağladık
komşu bakkal ve ev sahibelerimiz
çirkin apartmanların pis dairelerinde
musluk suyu içmenin
faturasını ödetirken sevişmelerimize
tanrıça'ya kurduğumuz
sunağımız alev alırdı
o sunakta nice can
kurban ettik kendimiz için
çekip gitmek ne hoş gelirdi şimdi
varoş mahallelerinden
birine sığınsak olurdu aslında
istanbul'a veya milano'ya
veya hayal ettiğin neresi varsa
öyle çok uzaklara da ihtiyacımız yoktu
sen bir şehir seçerdin
bense şartları bükerdim
ölmeyi peşimizden
nereye istesek sürüklerdik
şimdi kadehlerimizi tazeliyorum
ipekten elbiselere
bürünür tanrıçam
sunaksunak gezerdi
kutsal saydığımız şehirleri
ve biz kutlardık bunu
şarap ve nicesiyle
hayata dair en önemli dersleri sevip
kutsal emirleri teker teker terk ederek
günahları kendi işlerdi kaderimize oysa
aşk olsun tanrıçam sana
aşk olsun feronya