Bölüm 1
Aşk bir hazırbulunuşluktur aslında. Birini sevmek ve sevdiğin kişi tarafından sevilmek istiyorsun, karşına biri çıktığında aşkı yaşamak istediğin için ona aşık oluyorsun. Bu durumda yaşadığın bu olayın aşkın söylenen tanımlarına uymadığını, yani aşkın anlatıldığı gibi olmadığını, bir mecburiyete bağlandığını söylemek mümkün olur. Aşkın doğası buysa aşkın manasızlığını iddia etmek bir zorunluluk değil midir?
— Beni akıl oyunları ile kandırıp aşkın olmadığına ikna mı etmek istiyorsun? Hem bunca şair, yazar, yönetmen neden aşkı, işine mevzubahis edip duruyor öyleyse?
— İkna etmek niyetinde nasıl olabilirim Şadiye, sen gelip bana aşkla ilgili yazı yazacağım, yardım et demedin mi? Her neyse, aşkın yanılgıdan ibaret olduğunu söylemek istiyorum ve bu yanılgıya çok fazla kişinin düşmesi bunun bir yanılgı olduğunu değiştirmez. Tarihte çok anlamsız fikirlerin kendine taraftar bulması gibi insanlar da yanıldıkça birbirini yanıltıp, bu yanılgıya da aşk adını verip onu inanılmaz şekilde büyütmüşlerdir.
Şadiye, yaşlı adamın yanıtından pek hoşnut olmadı.
“Tamam ben sordum sana ama şimdi herkes zırt pırt aşık olup duruyor. Ben gidip gazeteye 'Aşk yanılgıdır dostlar.' yazsam kim okuyacak dayı sen söyle.”
Yaşlı adam güldü.
“Evlat, ben sana kendi bildiğimi, yaşadığımı, kendi görgümü anlatabilirim. Süslü ve gerçekten uzak cümleler kurmamı benden isteme. İnanmadan söylenen sözün inandırıcılığı da olmaz. Alim ile bal mevzusunu bilirsin.”
Genç kız bildiğini tasdik edecek bir baş hareketi yaptı, sonra gülümseyerek “Sen de haklısın filozof dayı, o zaman başka bir konu hakkında konuşalım.” dedi.
“Eh bana müsaade çocuğum. Zaten edebiyat bölümüne ben bir şeyler yazacağım senin için. Belki sonra… İşlerim çok, ben kalkıyorum.”
“Nereye gidiyorsun filozof dayı? Ne güzel muhabbet ediyorduk. Hem daha yazacak bir şey de konuşamadık.”
Adam küçük bir kahkaha atıp kıza baktı.
“Ah kızım, kolay iş var mı? Saksıyı zorla biraz, her hafta benimle konuştuklarını yazamazsın ya. Hem sen bu işleri bıraksana, gazeteyi de zorla satıyorsun insanlara. Kaç ki bu gazetenin tirajı, yüz falan ancak vardır herhalde.”
“Dayı, yüz ne, iki yüz elli tirajımız var evelallah. Hem de zorla sattığım falan yok. Ben gazete almaya çekinen vatandaşlarımıza destek sağlıyorum. Gazete almaya ve okumaya teşvik ediyorum.”
“Aman be kızım, tamam bir de bin işit, hadi eyvallah bana.” deyip oturduğu yerden doğruldu.
“Sanki yardım etse ne olacak; bilmediği, fikrinin yetişmediği mevzu yok memlekette, iki satır soru sorunca kendin çalış demeye başladı.” diye söylendi adamın ardından.
Şadiye’nin kafasını karıştırmıştı yaşlı adamın dedikleri aslında. Acaba ne yaşadı da böyle düşünüyor? Belki de haklıdır. Aşık olduğunu söyleyip evlenen ve birkaç yıl içinde kanlı bıçaklı olup birbirinden koşarak uzaklaşan o kadar çok insan görmüştü ve duymuştu ki… Bunun yanı sıra evli olup da birbirine hâlâ aşık olan bir çift de tanımıyordu. Bir de aşkı, sevdiğine güç geçirmek sanan, dediği yapıldığı sürece sevildiğine inanan, tabiri caizse sevdiğinin boğazına basarak yaşayan insani mahlukatlar da bol bol mevcuttu. Baskıyı, boşanmayı bir yana bırak, eşini öldüren yüzlerce cani görmüştü bu ülke. Bir insan başka bir insanın canını alma hakkını nasıl kendinde görebilirdi ki? Görebilirdi pekâlâ, öldürdükten sonra pişmanım deyip, yakasını paçasını düzeltip cezai indirim bile alabilirdi; ahlakı kıyafet verir insana, ne var ki bunda? Bütün bunları düşündükçe insanın Filo Dayıʼya inanası geliyordu.
Bu muhitte yaşlı adam Filozof Dayı olarak tanınır. Zamanla verilen ismin uzunluğundan olsa gerek adı Filo Dayı olmuştu. Aslında yaşlı adam kelimeleri de sevdiğinden, filo da hem dil kabiliyetini hem felsefe merakını temsil ettiğinden adamın da hoşuna gitmeye başlamıştı zamanla.