Birini sevmek belki de onu delirtmek özgürlüğüydü.
On katlı bir binanın çatısına çıkmıştı genç kadın ve dümdüz çatının kenarına oturup ayaklarını boşluğa sarkıttı. Karşıları seyretti bir süre sanki bir şarkının tadına varıyormuş gibi yüzünde bir gülüş vardı. Ansızın çiselemeye başlayan yağmurla kahkahalara boğuldu ve ellerini iki yana açarak çatının zemininde geriye doğru sırtüstü yattı ve yağmurun tenine dokunmasına izin verdi. Ayakları hala boşlukta salınıyordu. Ve şarkı bitmiş gibi yağmurun altında doğruldu, etrafına gülücükler saçarak bakıyordu fakat başka bir anın içindeymiş gibiydi. Aniden kolları iki yana açıkken havada süzülerek boşluğa bir adım attı. Kahkahaları rüzgârla silindi.
Ve şarkı bitmişti.
Genç kadın hızlıca düşerken kurtulduğunu hissetti ve huzuru duyumsadı. Sonrası dipsiz bir acının başlangıcıyla can çekişmekti.
Ve karanlık kadını kolları arasına aldı.
Oysa umutlara gebeydi genç kadının hayalleri ta ki onunla tanışıncaya kadar…
Koray, karanlığına bir ateş parçası gibi doğmuştu Firuze’nin ve her gün yürüdüğü yolda görmüştü onu ilk kez. Firuze uzaklara bakıp hüznünde boğulurken dolu gözleriyle usulca oturduğu banka ilişmişti Koray, sessizce dakikalar süren bir huzura eşlik etmişti. Genç kadın önce fark etmemişti ona dikkatle bakan bu adamı fakat fark edince de ne yapacağını bilememişti. Tereddütle yanına döndü ve bakışları Koray’ın gözlerini kesti. Yemyeşil iri gözlerin pusuna bakakaldı Koray, o an her şey durmuştu. Yeşil bir ormanın derinliğine ağaçların arasında sabit bir yoldan hızla koşar gibi bir düşme hissine kapıldı. Gizemli bir kitabı okuyormuş gibi büyülenmişti.
“Benim adım Koray, güzel gözlü kız,” dedi güçlükle yutkunduktan sonra.
Sesi hiç olmadığı kadar alçak çıkmıştı. Firuze bakışıyla genç adamın yüzünü taradı ve gözlerine yeniden yükseldi.
En fazla, dedi genç kadın içinden yara olur, acı verir bana. Diğer insanlar gibi…
“Firuze,” diye mırıldandı çekinceyle.
Kendim olduğum için yeterince acı çekiyorum bir de sen acı verme ne olur, diye geçirdi içinden Koray’ın gözlerinin içine bakarken.
Koray’ın nutku tutulmuştu, genç kadının güzelliği, sesi, yeşil gözleri, edası genç adamın aklını başından almıştı.
Firuze usulca kalkıp giderken Koray arkasından bir hayale bakar gibi uzaklaşmasını seyre daldı. Firuze ise kendi sorunlarıyla cebelleşen zihninde düğüm olmuştu ve Koray pek de umurunda değildi.
Ertesi gün yine aynı sahilde karşılaşmışlardı ve Firuze insanların arasından kendine odaklanmış sabit duran adamı görünce afalladı. Sanki Firuze kafasındaki dertlerin ağırlığından etrafındaki insanları hiç görmüyor gibiydi yine de Koray kendini fark ettirmeyi başarmıştı. Koray’ın gözlerinden geçen ifadeler Firuze’yi esir etmişti, adımları olduğu yere çakıldı. İnsanlar etraflarından akıp gidiyor ama iki genç sadece birbirlerinin gözlerinin içine bakıyorlardı. Dışarıdan bakan biri aralarında ortak bir mazi olduğunu sanabilirdi.
Önceleri sadece beraber yürüyorlardı fakat sonraları her şeyi beraber yapmaya başlamışlardı. Koray deli dolu ruh haliyle Firuze’yi büyülüyor ve kadını da kendi gibi çılgınlıklar yapmaya zorluyordu. Hatta bir keresinde oturdukları kafede aniden ayağa kalkmış ve Firuze’ye adının şarkısını söylemeye başlamıştı. Firuze ise sadece utançla etrafına bakınmaktan sakınarak Koray’ın deli gözlerine bakabilmişti. Duygulanmıştı genç kadın çünkü Koray’ın sesi güzeldi. Öyle güzel söylemişti ki şarkıyı şarkı bittiğinde herkes sözsüz bir anlaşmayla alkışlamaya başlamıştı. İlgi gören küçük bir oğlan çocuğu madrabazlığıyla gülümseyerek öne doğru reverans yapmış ve sandalyesine oturmuştu.
Kumsala ayak bastıkları an Firuze’nin elinden tutup ansızın koşmaya başlıyordu, dalgalarla yarışır gibi kıyı boyunca koştuktan sonra duruyor ve delirmiş gibi gülmeye başlıyordu. Fakat sonra ufka bakıp gözleri doluyor tuhaf bir duygu dönüşüyle Firuze’nin gözlerinin içine yalvarırcasına bakıyordu. Bakışları eğer dile gelseydi kurtar beni Firuze, diyeceklerdi.
Firuze ise Koray’da onu kendi içinden çekip çıkartmasını seviyordu, dertlerinden sıyrılmayı seviyordu. Hiç olmadığı biri olmak onu etkiliyordu.
Zaman ilerledikçe iyice birbirlerini tanımaya başlamışlardı ve o gece Koray bir karar verdi. Artık Firuze’ye gerçeklerden bahsedebileceğini hissediyordu. O gece yıldızların altında kumsalda buluştular ve Koray ruhunu Firuze’nin tam karşısında soyunmak için yeltendi. Elindeki günlüğü usulca Firuze’ye uzattı. Şaşıran genç kadın siyah deri günlüğü avcunun içine aldı ve hemencecik orada az ışığa rağmen ilk sayfasını açıp okumaya başladı.
Satırlarda ilerledikçe gözleri dolan Firuze’yi inceleyen Koray zaten sessizce ağlıyordu. Daha ilk sayfanın sonuna geldiğinde hıçkırık boğazında yükselmişti Firuze’nin ve günlüğü bir kenara atarak Koray’ın boynuna atıldı, gövdesine sımsıkı sarıldı. Koray’ın acıları, melankolisi genç kadına kendisini hatırlatmıştı. İlk defa bu dünyada yalnız olmadığını anladı Firuze.
Ne zaman yalnız kalsa günlükten birkaç sayfa daha okuyordu ve kendi kuyusuna istemsizce düşüyordu. Farkında değildi Firuze. Ama günlükte ilerledikçe kendinden gidiyordu. Umutları Koray’ın umutsuzluklarıyla gölgelendi. Gelecek denen bilinmez karanlığa gömüldü. Öyle bir kuyuya düşmüştü ki Firuze kaybolduğunu anlayana kadar günlük onun ruhunu çürütmüştü. Kaybolduğunu anladığındaysa kendi kuyusunun da en dibini kazdığını anlamıştı. Daha önce hiç bilmediği kendi karanlığının membaındaydı. Yeşil gözleri çim ekilmiş bir mezarlık gibi bakıyordu.
Günlüğü Koray’a geri vermek için evine gitmeye karar verdi. Tüm ümitlerini solduran zehirli sayfaları sahibine verip kurtulmaktı niyeti fakat içten içe Koray’a da acıyordu. İnsan bu melankoliye nasıl katlanabilir, diye soruyordu kendine. Bu dipsiz bir karanlıktan öte bir şeydi, insanın kendi içinde kaybolması kadar ürkütücüydü, azap doluydu. Fakat kapı tıklatıldığı an geriye doğru açılıverince Firuze korkuyla içeri daldı.
Tavandan sarkan bir ilmeğin ucunda çırpınan Koray’ı görünce genç kadına kal geldi. Şokun etkisiyle yavaşça ilerledi ve sandalyeyi doğrultarak Koray’ın bacaklarının sandalyeye basmasını sağladı. Urgana pençelerini geçiren Koray, nefes almak için ilkelce bir açlıkla boğazındaki ipi gerip havayı içine çekti. O esnada Firuze’nin gözleri yerde duran siyah deri günlüğe kaydı, her şeyin suçlusu o günlük gibi ona kötücül bakışlarıyla baktı.
Kalan son umutlarını da Koray’a fısıldadıktan sonra evine döndü. Koray her an intihar edecekmiş havasıyla Firuze’yi koparttığı bir çiçeğe dönüştürüyordu.
Günbegün eriyen Firuze, ruhunun ölümünü en ön koltuktan izliyordu. Artık yaşayacak mecali kalmamıştı. Koray ölümü arzuladıkça Firuze ölmek istiyordu.
Koray’ın melankolisi Firuze’yi ölüme sürüklüyordu. Kendine ve Koray’a direndikçe genç kadın acılarla savaşıyordu ve acılarla savaşılmayacağını da biliyordu.
Ve bir gün artık Koray’ın ruhuna en büyük eziyet olduğunu anladı. Koray’a uzunca bir mektup yazdı ve postaya verdi. Mektubun üstünde yazan tarihte yaşadığı binanın en üst katına çıktı ve gökyüzüne bakıp rahatladı. Ruhu uç veren düşüncesiyle özgürleşiyordu. Uzun saçları rüzgârla savruluyordu. Sanki kanatları vardı. Uçmak, uçmak istiyordu. Umutlara uçmak. Uzaklara uçmak. Boşluğa uçmak…