Suzuka, Eylül 20..
“Heyecanlı mısın?”
“Sanırım hiçbir şey hissetmiyorum.” Pek iyi olmayan Rusçası ile Vladimir’e cevap verip yarım bir şekilde gülümsedi. Ona yalan söylememişti. Hissettiği hiçbir şey yoktu. Düşünseydi ve ne olduğunu anlamaya çalışsaydı muhtemelen yine korkunun egemenliği altında nefessiz kalacaktı. Korkudan korkmamayı öğrenmişse de hâlâ gri alanlar vardı ve o bu alanlardan tıpkı bariyerlerden uzak durduğu gibi kaçınıyordu.
Maya yemeğine geri dönmek istese de bir kez bir soruya cevap vermiş ve masadaki tüm yüzlerin kendisine dönmesine neden olmuştu. Bundan ötürü yeni soruların geleceğinden emin bir halde bekledi. Birkaç sorudan zarar gelmeyeceğini kendisine hatırlattı. Sabah olduğunda çok daha fazlasına maruz kalacaktı. Ki duyacağı soruların çoğunun dostça olmayacağından da şüphesi yoktu. Zira kendisi dışarıdan gelendi. Bazılarına göre tepeden inme bir pilot olma heveslisi olarak tüm değerlere zarar verecekti. Daha hiçbir şekilde testler hariç piste çıkmamış olsa bile şimdiden düşmanlar kazanmıştı. Kadın bir pilotu görmeyeli uzun zaman olan F1 cemiyetinin tutuculuğu da önyargıları da tam karşısındaydı. Ve karşısında olanlar arasında bu spora hayran olup takip edenler de vardı.
“Simülasyonda harika sonuçlar almışsın.”
“Sadece simülasyonda... İlk antrenman turu öncesinde bunu ciddiye almam. Neyin ne kadar doğru işleyeceği en iyi ihtimalde gidiyor. Ama en kötüsüne hazır olmak gerek.”
“Her şeyin iyi gideceğine eminim.” diyen Vladimir’e cevap vermeden evvel derin bir nefes almak zorunda kaldı. Çünkü büyük beklentileri vardı ve bunu sezonun bu zamana kadar geçen sürecinde kaybetmediği gibi Maya’nın takımın pilotu olmasıyla daha da büyütmüş gibi görünüyordu. Şampiyonluk hayali olmasa bile gelecek yıl için çok daha fazlasını istediğinden kimse şüphe edemezdi.
“Fazla iyimser bir imaj çiziyorsun. İlk sezondan şampiyonluk bekleyen Renault gibi. Ve bu hiçbir zaman iyi sonuçlanmaz. Eksikleri görmeyi de engeller.”
“Sen de fazla kötümsersin.”
“Olabileceklere hazırlanıyorum diyelim. Sabah itibariyle pek rahat dört gün geçirip güle oynaya evime dönemem.”
Maya sözünü esirgeme konusunda asla istekli olmamıştı. Çocukluğundan itibaren sürekli erkekler içinde yaşadığı için ve onların kendisini her daim küçük bir kız çocuğu görerek ciddiye almaması onda bazı hasarlar bırakmıştı. Arkadaşları ile eğlenmeye çıktığında bile her zaman tetikteydi. Sayısız kez iltifat adı altında yerildiği için karşısındakini tartmak alışkanlık olduğu kadar onun için bir mecburiyetti. Ve asla hiçbir şeye en iyi yanından ya da olması istediği şekilde bakmazdı. Hazır olmak onun için daima savaşmak demekti. Uzun zaman savaşmaktan kaçmışsa da son iki ay içinde gömdüğü tavırları geri gelmişti.
Oturduğu masada da olabilecek en iyi senaryodan bahsedilmesinden hoşlanmadığı gibi birinin kendisini de bu düşünce tarzına çekmek istemesinden rahatsız olmuştu. Kimseden asla kendisi kadar kötümser olmalarını isteyecek değilse de başkalarının da kendisinden bu türde bir beklenti içinde olmasını beklemezdi. Lakin bir anda her şey değişmiş gibi davranılmasından hoşlanmıyordu. Birinin yerine gelmiş olabilirdi. Aralarına gireceği insanların arasında sadece cinsiyeti farklı olduğu için garipseneceği gibi bir de geçmişinin onlar kadar sağlam olmaması yüzünden herkes tarafından sınanacaktı. Hazır olması gereken çok şey varken sürekli işlerin iyi gittiği bir paralel evrenden bahsedemezdi. Ki kendisini yetersiz gören o korkak yanı her daim onu ele geçirip korkutmak isterken en zor anları düşünmekten başka çaresi yoktu.
Huysuzluğu ile ilgiyi kendisinden uzaklaştırmak tam ona göre bir davranıştı. Masadaki bakışlar artık onun üzerinde değilken ve insanlar başka bir konuya hızla ilgi gösterirken bir an önce sabah olmasını istiyordu. Aynı zamanda gelecek olan sabahtan korkmak isteyen bir yanı da vardı. Ama bunun için çok geçti. Yaz başında bu belanın ilk adımlarını kendisi atmıştı. Ve işleri buraya kadar getiren de kendisiydi. Artık köprünün üzerindeydi. Ya karşıya geçmenin bir yolunu bulacaktı ya da nehre atlayıp boğulacaktı. Üçüncü bir yol asla onu her şeyin içinden çekip alamayacaktı.
Maya Martin çocukluğunda birçok kez karting şampiyonu olmuş eski bir yarışçıydı. Üst klasmanlarda da sayısız kez yarışmış ve hatta şampiyonluklar yaşamış olmasına rağmen bu çok uzun süre önceydi. On yedi yaşına girdikten sonra yarışmaktan kaçmıştı. Ölümden korkmaya daha çok erken yaşlarda başlamış, yarışmaya bir şekilde devam etse de her daim tedirgin bir şekilde yarışırken çoğu kez pasif kalmayı seçerek kazanabileceği yarışlarda kaybeden olmayı kabullenmişti. En sonunda yarışlardan tamamen uzaklaştığında ise aslında uzaklaşamayacağı belliydi. Kendisi gibi bir yarışçı olan ikiz erkek kardeşinin yarışlarındaydı. Ve daha sonrasında ise makine mühendisliği okumaya başlamıştı. Yarışlardan her daim uzak durduğunu iddia eden ama her şeyden haberdar olandı. Daha açık bir ifadeyle o kendine yalan söyleyenlerden biriydi ve bunu çok uzun yıllar sürdürmüştü.
Ölümden korkmak Maya için belki de doğuştan gelen bir yüktü. Anne ve babasının aileyi büyütme kararı almalarından çok kısa bir süre önce Senna ölmüştü. Maya’nın babası için bu durum hayatının dönüm noktalarından biri sayılabilirdi. Çünkü ailedeki yarış merakının nedeni babalarından geliyordu. Maya’nın babası Louis Martin de alt klasmanlarda yarışmış bir pilottu ve bu aslında bir aile geleneğiydi. İkiz kardeşlerden ve onların babalarından çok önce de ailede yarışları takip eden, motorlar sayesinde servet kazanan sayısız aile üyesi vardı. Lakin en büyük zenginliği dedeleri kazanmıştı ve bunun neticesinde de Louis yarışlara ilk dahil olan aile üyesi olmuşsa da sonuncusu olmadı.
Louis Martin yarışmayı bir süre sonra bıraktığında bir taraftar olarak hiçbir zaman tek bir yarışı kaçırmamıştı. Gerçek bir Tifosi olduğu gibi aynı zamanda yarış heyecanını seven, sadece kendi takımını desteklemekle kalmayıp yarışçıları da yakından takip edenlerdendi. Ve en sevdiği isimlerden biri bir kazada, karanlık hafta sonunda geldiğini belli eden bir kazada öldüğünde ise onun için her şey değişmişti. Ölmekten hiçbir zaman korkmamış biri olsa da ardında bırakacağı bir mirasın, anlayışın olmadığını kavramak onda radikal kararlar almayı tetiklemişti. Karısıyla çocukları olması konusunda hiçbir zaman acele etmemiş ve hevesli olmamışlarsa da o yarışın sonrasında Louis’in düşüncelerine ilk tohumlar atılmıştı.
Maya’nın annesi yarışlara karşı merakı olan biri değildi. O bir oyuncuydu. İlgilendiği her şey bir düzen ve benzerlik içindeyken hayatının kısacık bir döneminde yarışlarla ilgilenmesi gerekmişti. Ki bu ilginin nedeni de bir film yüzünden olmuştu. Canavar Terbiyecesi olarak da anılan Marie Bernard’ı canlandırmak için araştırmalar yaparken yarışlar hakkında çok şey öğrenmişti. Bir dönem yarışlarda zaman geçirirken de sonradan eşi olarak Louis ile tanışmıştı ve film çekimlerinin sonrasında onunla evlenmişti. Bir noktada Fransız Sineması’nı etkisi altına alan Merin Martin efsanesi bu film ve evlilik sonrasında başlamıştı. Ancak bu Maya’nın annesi için asla yarışlarda daha fazla zaman geçirmesi ya da çocuklarının ona göre ölüm arabaları olan o araçları sürmesi için yeterli bir sebep değildi. Buna karşın ilk başlarda en azından çocukları arasında biri ona göre akıllı bir seçim yapmış gibi görünse de günün sonunda oğlunu bir yarışta kaybetmiş ve kızı da ansızın aldığı bir kararla yeniden şeytan arabalarının peşine takılarak onu derinden üzmeyi başarmıştı.
Çocukluğundan itibaren Maya yarışların içindeydi. İkizi Deran ile beraber karting ile başlamıştı. Babaları ile yarış izlemeye giderken çeşitli ülkelere defalarca ziyarette bulunmuş ve çok fazla şey öğrenmişti. Yarışmak dışında pek çok aktivite ile ilgilenmişse de en iyi arkadaşı olan kardeşi ve büyük aşkı olan babası nedeniyle yarışların olmadığı bir dünyayı tanımıyorken böyle bir ihtimale de pek ilgi duymuyordu. Bu nedenle annesinin almasını istediği dersleri almadığı takdirde yarışları izleyemeyeceğini söylediği bale derslerinden kaçmış, kartinge götürülmediğinde atının üzerine çıkmayı reddedip zorla at bindiğinde ise sayısız kez kendini atın üzerinden atmıştı. Gözünün yarış ve yarışmak için karardığı zamanlarda kimse ona engel olamamışsa da korkusuzluğunun bir sonu vardı.
On yaşındayken ikinci kez Japonya’da bir yarış izlemek için bulunan Maya için gezi de ilk günlerde sorun yoktu. Tokyo’da zaman geçirirken bir an önce yarış hafta sonunun gelmesi ve Suzuka’ya gitme isteği duyuyordu. Buna rağmen o hafta sonundan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmadı. Diğer Schumacher’in pole pozisyonunda başlayıp Gerçek Schumacher’in Kâbusu Raikkonnen’in kazandığı yarışta ölümlü olmayan bir kazaya tanık olsa da kazalar ve o kazalarda olabilecekleri ilk kez tam anlamıyla anlamıştı. Montoya’nın daha ilk turdan yarış dışında kaldığı günde ölüm korkusu sinsi bir yılan gibi kalbinin bir köşesinde yuvalanıp onu izlemeye, hayatının ve yarışlarının en kritik anlarında ona kendisini hatırlatıp hata yapmaya zorlamaya başlamıştı.
Maya korkuya ilk anda teslim olmadı. Yedi yıl boyunca onun yaşayıp yarışmayı öyle ya da böyle başarsa da katıldığı son yarışta arkadaşının ölmesi ile bir daha hiçbir yarış aracının yanından bile geçmek istemedi. Lakin Deran onun emekli olmaya karar verdiği günlerde bir üst klasmana geçti. Çok uzun süre önce yarışmayı seçtikleri araçlarda değişmişse de kariyerleriyle ilgili değişim de bir gün ansızın gelmişti. Ki bu yarışlardan da ölümden de uzak duramamasına ilk neden oldu.
Hayatının büyük bir bölümünde ölümden korkan ve bir noktada ondan kaçmak için yollar arayan Maya için istedikleri hiçbir zaman olmadı. Deran yarışmaya devam ederken ona bir şey olacağı, kazaya karışacağı korkusuyla yarışmasını izledi. O üst üste MotoGP’de iki kez şampiyon olurken Maya’nın tek düşündüğü onun geri gelip gelmeyeceğiydi. Her zaman dönse de bir gün onun eve gelemeyeceğinden korkardı. Korkusundan bir süre sonra kurtulmasın gerekirken, yarıştığı dönemde Deran neredeyse hiçbir kazaya karışmamışken korku Maya için bitmemişti. Annesine de bir parçasının ait olduğu o korkuyla yaşamak olağandı. Bir gün korktukları başlarına gelene kadar her şey aynı devam etti ve bir gün her şey bitti.
Maya en sonunda sıkıldığı masadan kalkabildiğinde odasına gidebilmek için asansöre doğru yürüdü. Uyumak istediğinden emin olamasa da yalnız kalmak istediği bir gerçekti. Çok fazla insanla günlerdir görüşmek ve konuşmak zorunda kaldığından yalnız kalabileceği zamanı olmamıştı. Düşünmemek için bu meşguliyet ona fayda sağlamış olsa da biraz olsun kendisine zaman ayırması gerekiyordu. Günden güne artmış temposu en nihayetinde içinde bulunduğu bu haftada zirveye ulaşmışken daha fazla kişisel alana ihtiyacı vardı. Son altı yılda görebileceği kadar insan bir anda hayatını kaplamışken dengeyi korumak zorunda olduğunu biliyordu.
Asansör on altıncı katta durduğunda kapıların açılmasını bekledi. Odasının bulunduğu koridorda yavaş adımlarla ilerlemesinin ardından odasının kapısına geldiğinde içeri girmek için kartı okuttu. Kapı ardından çarparken duş alma ihtiyacı hissetse de odanın içinde bir süre daha zaman geçirmek istedi. Tüm duvarı kaplayan camın önüne kadar yürüdükten sonra durduğu gibi gözleri camın öbür tarafındaki geceye yoğunlaştı. Gecenin karanlığından ziyade ışıkları gördüğünden belki gözlerinde bir hayal kırıklığı vardı. Zira Maya karanlığa ihtiyaç duyanlardan biriydi. Zihnini toplayabilmek için boşluğa bakıp hayatını sorguladığı kadar uzun bir zamanı da gecenin gerçek karanlığın da ya da yapay gecelerde geçirmişti. O an da ise yeterince büyük bir karanlık içinde bulunamayacağını bildiği gibi asıl isteğinin karanlık olduğunu sanmadığı gibi aydınlıkla ilgili de bir isteği yoktu.
“Seversin dünyayı doludizgin, ama o bunun farkında değildir. Ayrılmak istemezsin dünyadan, ama o senden ayrılacak. Yani sen elmayı seviyorsun diye elmanın da seni sevmesi şart mı?”
Nazım’ın dizelerini kendi kendine mırıldanmaya başlamışken odasının camından şehrin manzarasını ve yanıp sönen bir ışığı izliyordu. Ona bakan biri bunu yaptığını görünce onun gece manzarası ile ilgilendiğini zannedebilirdi. O anda ona dair anlaşılabilen tek şey bir şiirden mırıldandığı birkaç dizeyken ne yaptığını ya da ne düşündüğünü kimse asla bilemezdi.
İkiz kardeşi ile beraber yarışlar ve ilkel savaşma iç güdüleri dışında birçok ortak noktaları vardı. O ortak ilgi alanlarından biri de şiirlerdi. Büyükanneleri bir şair ve yazardı. Çocuklukları esnasında sık sık onunla zaman geçirmişlerdi. Düşünce suçlusu olarak ülkesine giremediği için yaşadığı Fransa’da zamanla daha da fazla bir Fransız gibi görünmeye ve davranmaya başlamışsa da hâlâ Türkçe konuştuğu zamanlar olduğu gibi en sevdiği şairlerden şiirleri torunlarına okuyup onlara kendi anadilini de öğretmişti. Bu nedenle Deran ve Maya farklı dilleri bilseler de şiir dendiği zaman sadece Türkçe şiirleri ilk önce hatırlarlardı. Duygularını ifade etmenin yakınında geçemediklerinde ise onları anlatabilecek en uygun dizeleri hafıza saraylarından bir an içinde bulup çıkarır ve mırıldanmaya başlarlardı.
Maya’nın büyükannesi ona hâlâ aynı şeyi söylerdi. İfade edilmeyen acının insana sahip olduğu acıdan daha fazla zarar verdiğine inanırdı. Ona inanmak Maya için nefes almak kadar kolaysa da uzunca bir süre onun öğütlerini dinlememişti. Lakin Japonya’ya gelmek için evden ayrılırken bu kez onu dinlemesi gerektiğini biliyordu. Büyükannesi de bunu hissetmiş gibi ona uçağının kalkmasından iki saat önce hep söylediği o sözlerden oluşan bir mesaj atmıştı. Ki bir gün sonra o da burada olacaktı. Murakami ile bir konferansta konuştuktan sonra Tokyo’dan Suzuka’ya geçecekti. Ve böylece hayatta olan aile bireylerinin yarısı onun Formula 1’deki ilk yarışında onu yarışın yapıldığı yerden çok uzakta olmayan bir yerde izlemiş olacaktı.
Tüm ailesinin onu izleyecek olması Maya üzerinde bir baskı yaratmıyordu. Kendisine ait korkuların benzerini taşıyan annesi bile daha az korkan bir haldeyken olabilecek kötü sonuçlar aklının ucundan geçmiyordu. Ne olduğunu bildiği halde bir ihtimal gibi davranan annesinin bu haline Maya bir açıklama getirse de sıklıkla bu açıklamadan da uzak duruyordu. Çünkü annesi en korktuğu şeyi bir kez yaşamıştı. Canı yanmış, yıllar yılı Maya’nın aksine oğlunun ölmesini ve çektiği acılardan bir an önce kurtulmasını istemişti. Dileği en sonunda gerçekleşmişken bu sefer kızının yarışmasından eskisi kadar korkmuyordu. Olabilecek olanın en kötüsünü yıllar içinde tecrübe etmişken tek istediği yine aynısı olursa bu kez bunun kısa sürmesiydi. Maya’nın ne olduğunu fark edemeden ölmesinden başka bir dilek dilemeyerek onun kararının yanında yer alıyordu.
“Yalnız kalırsan yalnız olmadığını bil.”
Zihninin bir köşesinden Deran’ın sesiyle Şems’in sözlerini duyduğunda Maya’nın gülümsemesi cama yansıdı. Deran ona on sekizinci yaş günlerinde Şems’in kitabını hediye ederken bu sözünü söylemişti. Ki kitabın ilk sayfasında da Deran’ın el yazısıyla aynı sözler yazdığı gibi başka bir not daha vardı. Yarışmayı bırakıp emekli olduğu için ‘Dünya Şampiyonu’ olması mümkün olmadığından o notta onunla alay ediyordu. Ve tabii bir elf olduğunu söyleyerek doğru bir emeklilik kararı aldığını da yazmıştı. Sonuçta elfler ne kadar genç görünürlerse görünsünler onlar birer yürüyen cesetten başkası değil.
Deran ve elfleri düşündüğünde Maya gülümsemeye devam etti. Dünya üzerinde elfleri cüceler kadar sevmeyecek tek kişi ikiz kardeşiydi. Kendisi bir elendil iken neredeyse kendisiyle aynı olan ikizinin elfleri sevmemesi ona göre komikti. Onunla hem aynı hem de farklı olmak ne zaman düşünse gülmesine neden olurdu. Onun artık yanında olmayacağını bilmek bile bu gülümsemeyi öldüremeyecekken burada olması da bundandı.
Acıdan kaçıp saklanma dönemini bitirmek için elinden geleni yapmıştı. Yaz başında o gün onun öldüğü haberini aldıktan sonra yokuş aşağı gidip bir duvara çarpacağından korksa da bildiği yoldan gitmemeyi seçmişti. Deran’ı kendine örnek almak, ondan ilham alarak anlamsız gelen hayatına ve amaçsızlığına bir son vermek her geçen gün önem kazanırken Monte Carlo yarışından sonra Paris’e geçmemek her şeyin değişmesindeki ilk adımıydı. Nadal’ın Roland Garros’daki son yılı olabileceğini bilse de buna inanmadı. Yıllar yılı inat etmiş bir efsanenin son senesinin bağıra çağıra gelmeyeceğini biliyordu. Ki öncesindeki Master turnuvalarında da on sene önceki performansını sergilemişken Maya için gidilecek tek yer eviydi. Evde babasını da bulduğunda ise yapacağı şey de tek başına olmayacağını biliyordu.
Maya eve gittiğinde babası da annesi de evdeydi. Kent’te olacaklarını söylemişlerse bile kararlarını bir ara değiştirmişlerdi ve bunun ardında babasının olduğunu Maya daha ilk anda anlamıştı. Ve onunla arazide uzun ve sessiz bir yürüyüş yaparken pistin de garajların da kısa bir süre önce yenilendiğini görmüştü. Gördüklerinin neticesinde babasının da teselliyi aynı yerde aradığını anlamıştı. Bu teselli arayışı ise Maya’nın yarışlarda yer almayı bırakmasından sonra babasıyla ilk kez yeniden yakınlaşmalarını, onunla beraber güzel zaman geçirmesini sağladı.
Göğsündeki ağrı biraz hafiflerken duşa girmeye karar veren Maya kolyesini ve saatini çıkarıp komidinin üzerine koyarken oradaki kitabı gördü. Anneannesinin kitabını yanına alma nedeni yoktu. Ama o gelene kadar yanında ona ait bir şey olması, onun yazdıklarından kısa da olsa birkaç parça okumanın rahatlatıcı olacağına inanıyordu. Bundandır ki yatağa oturup kitabı eline aldı. Öylesine bir sayfa açıp ikinci paragrafı okumaya başladı ve orada onun hayatındaki en tuhaf gecenin bir benzerinin resmedildiği hikâyeyi bulduğunu anladı.
Nazlı başını kapının pervazına yaslamış olan küçük kızın yanına oturdu. Onun burada ne hissettiğini anlıyordu. Kendisi de onun kadar kıskanmış bir haldeydi. Kendi hayatındaki en kötü anlar gözünün önüne gelirken konuştu.
“Seni anlıyorum. Ve aslında seninle aynı kişi bile olabiliriz.” Gözlerinin yandığı gerçeği orada öylece dururken konuşmak onun için zordu. Yine zorlukla da olsa yutkundu. Kelimeleri özenle seçmeye çabalarken göğsündeki ağrının şiddetlendiğini hissetti. “Herkes benim annem ve babamın ayrı olduğunu, boşanmış aile çocuğu olduğumu bilir. Ama bilmedikleri çok fazla şey var. İkisi de yaşamalarına rağmen ölü gibiydiler. Anneme annelik yapardım ve babamın da görüştüğümüz, görüşmeye mecbur edildiğim zamanlarda bana tavrı iyi değildi. Bilmediğin bir şey olabilir ama psikolojik şiddete maruz kalırdım. Ki annemin yanında da pek farklı bir hayat bulduğum söylenemezdi. Annem ve babam vardı ama yoktu demem asla yalan olmazdı. Ve bu beni günden güne daha çok yaralardı. Sonunda öyle bir gün geldi ki iyileşemeyecek kadar kötü halde olduğumu anladım. Umutsuz ve tükenmiştim.”
Derin bir nefes aldı. Gözyaşlarının yüzünde yağmaya başladığını hissetse de onları silip yok etmeye yeltenmedi. Sadece başını bir an kaldırıp kıza bakmaktan vazgeçti. Lakin bakışları kızda değilken kendilerini dinleyeni gördü. Biraz ilerilerinde duran yeşil gözlü bir adam sahip olduğu dikkatle onlara bakıyordu. Nazlı için normalde bu dikkat dağıtacak bir şey olmasına karşın dikkati dağılmadı. Birinin gözlerine bakmaktan ilk defa çekinmediğini hissetse de o his ile ilgilenemedi. Kıza dönüp konuşmaya hazırlanırken sadece kısa bir an tebessüm etti.
“Yaralıydım ve yaralamak istiyordum. Ama kötü sözlerden nasıl ki fayda gelmezse kötü hislerden ve davranışlardan da gelmiyordu. Ben de yaptığım şeyleri değiştirdim. Yaramı iyi biri olmaya çalışarak iyileştirmek istedim. Resimler yaptım, şiirler ve romanlar yazdım, en güzel şarkıları söyledim. Annesi ve babası yanında olan çocuklara baktığımda onları yine kıskanıp kötü hissettiğim zamanlar da oldu. Onlar destek görürken kendi kendime destek olduğumu bilip hem onlara hem de kendime kızdığım anları yok edemedim. Buna rağmen birilerine yardım ettikçe, daha çok resim yapıp şarkı söyledikçe göğsümdeki ağrı hafiflemeye devam etti. Küçük bir kızın gülümsemesini gördüğümde yaralarımdan bir güvercinin çıktığını gördüm. Kanatları bembeyazdı ve iyileştirdikçe iyileşiyordu. Acıyı da kıskançlık neticesinde yakıp yıkmayı da alıp götürüyordu.”
“Ama ben güvercinleri sevmiyorum.”
“Hangi hayvanı seversin?”
“Kelebekleri…”
“Bu daha güzel.” Nazlı’nın yüzünde kocaman bir gülümseme vardı. “Kelebekleri daha önce görmüş olmalısın. Rengarenk kanatları vardır. İnsana neşe verir. Hani sabah seninle resim yaparken hepimizi güldürdüğün gibi insanları güldürür. Belki sen de böyle iyileşmek istersin ve birilerini güldürerek iyileşirsin. Çünkü sana gerçeği söylemek zorundayım. Acına bakarak ve onu kanatarak iyileşemezsin. Senin yaşında bir kız için bu ağır bir gerçek olabilir ama sen de ben de biliyoruz ki daha zorları ile daha erken mücadele ettik.”
“En azından beni aldatıp olmayacak hayallere inanmama neden olmuyorsun.”
“Biri sana yalan mı söyledi?”
“O kızı evlerine götüren kadın ile adam aslında beni götürecekti. Ben de bir evim, odam olacak sanmıştım.”
Maya kitabı bir anda kapattı. O satırdan sonrasını pek sevmiyordu. Anneannesinin çok uzak bir geçmişte yaşamış olduğu anıyı daha detaylı bilmek istemese de biliyordu. O gecenin devamında olanları biliyordu. Bazıları güzel bazıları kötü anılardı. Ama en güzelinin o gece büyükannesine bakan adam olduğunu biliyordu. Büyükannesinin ‘Küçük Alain Delon’ dediği o adam dedesinden başkası değildi. Ki büyükannesi haklıydı. Dedesinin yüz hatlarını aklına getirdiğinde aralarında ciddi bir benzerlik vardı. Lakin Maya’ya göre dedesinin gençliğindeki hali Alain Delon’dan daha yakışıklıydı. Üstelik gamzeleri vardı ve Maya babasında da erkek kardeşinde de olan gamzeleri çok severdi. Kendisinde olmayan bu özelliğin sadece gölgesini zorlayarak da olsa yüzünde görebiliyordu. Ve gölgeler ona göre asılları kadar güzel değildi.
Kitabı aldığı yere geri koyup duşa girmek için hazırlandı. Uzun sayılmayacak bir süreyi ılık suyun altında hiçbir şey düşünmeden geçirdikten sonra akan suyu durdurdu. Rutinlerini uygulayarak banyodan çıktığında yorulmuş hissetmedi. Buna karşın saçını kuruttuktan kısa bir süre sonra uyumak için yatağına girdi ve beklemediği bir şekilde rahat bir uykuya daldı. Ne ufacık bir parça huzursuzluk ne de herhangi bir kâbus vardı. Geriye saf bir uykudan başka hiçbir şey kalmamıştı.
Perşembe sabahı uyanmasının ardından ilk güne başladığının farkındaydı. Diğer üç güne göre daha sakin ve sorunsuz görünebilirdi ama Maya böyle olmayacağını biliyordu. Normal program hayran etkinlikleri, basın toplantısı ve ekiple beraber pistte yürüyüşten ibaretti. Ki bu diğer on dokuz pilot için de günün işleyişiydi. Fakat kendisi bir başka dünyadaydı ve özellikle de erkeklerin burada olmasından hoşlanmadığından haberdardı. Tarihin hiçbir döneminde yarışan kadınları yeterince desteklememiş, bazı durumlarda onları rakip olarak bile görmeyip kendini beğenmiş bakışlarıyla aşağılamayı seçmişlerdi. İyi sürücüler arasına girmiş az sayıdaki kadın bir şekilde mücadelelerini sürdürmüşlerse de bugün çoktan unutulmuşlardı. Bazı romantiklerin unutmadığı isimler olsa da Dünya Ralli Şampiyonası’ndaki gibi bir canavar terbiyecisi uzun zamandan beri onlara burada yalnız olmadıklarını hatırlatmamıştı. Ve Maya onun kadar iyi olup olmadığını dahi bilmeyerek büyük bir işe girişmişti. İlk andan itibaren doğru yolda olduğundan endişe etmese de erkeklerin dünyası olarak görülen yere, aslanın inine girmek üzereydi. En iyi ve sevimli olsa bile onlardan ilk anda dostluk görmeyecekti. Dostça davranma konusunda da onlar nasıl davranırsa öyle davranacağına dair kararını zaten vermişti. Daha şehre gelmeden ilk düşmanlık sinyallerini almışken bugün huzurla tanıştığı gün olmayacaktı.
Kaçabileceği bir yer yoktu. Düşmanca sözleri duymuşsa da kaçmak ya da saklamak onun istekler veya yapacaklar listesinde değildi. Savaşmaktan kaçtığı on yılı geride bir ölümle bırakıp buraya kadar gelmişken en azından bir hafta sonunu geçirebilirdi. Eğlenmek için buradayken eğlenecekti. Ve eğlenmek için biraz dişini göstermekten de çekinmeyecekti. Zira uslu bir kedi yavrusu olup onlara dostça yaklaşırsa yanlış anlaşılabilirdi. Sınırlarını çizmek zorundaydı ve kim olursa olsun aynı davranacaktı. Eğer gereken saldırgan olmaksa bunu yapacak, yapması gerekenden geri durmayacaktı. Yarışta belki kolayca geçilebilirdi ama kuyruğunu dik tutacaktı. Deli olarak aralarında yer edinecekse de deli olarak bu sezonun sonuna kadar buradaydı. Ama neticede buradaydı ve gösteri devam etsin diye kendiyle bile olsa mücadele edip bulmak istediğini aramaya devam edecekti.
Yatağından zorlanmadan kalkarken günün planını hızla aklından geçirdi. Yoga yapmaya ihtiyacı vardı. Sonrasında spor salonunda biraz zaman geçirip kahvaltıya hazırlanacaktı. O an sonrasında ise Formula 1’deki klasik hafta sonlarından birindeki rutinler devreye girecekti. Ve bunda herhangi bir şaşma durumu olmazdı. Yağmur yüzünden ara verilip kazalar sonrasında bekleyişler olsa bile Perşembe böyle bir gün değildi.
Maya planının ilk kısmına sadık kaldı. Düşündüğünden on dakika daha fazla yoga matı üzerinde kalsa da aksayan bir şey olmadı. Otelin spor salonunda biraz zaman geçirdikten sonra odasına dönüp duş aldı. Onun için klasikleşmiş şekilde saçlarını balerinler gibi topuz yapıp dikkatleri üzerine çekmeyecek birkaç malzemeyle kötü görünmeyeceği bir görünüş elde ederek kendince hazırlandı. Siyah bir skinny jean ve beyaz bir gömlekle basit bir görünüm yakalamışsa da küçük bir detayı kendine has kıldı. O detay ise hem onlardan biri hem de asla onlar gibi olmayacağını göze sokacaktı. Buna rağmen bunu yapmaktan kaçınmadı. Çünkü burada olması onlar tarafından onlar gibi olduğunun kabul edilmesini istediğinden değildi.
Odasından ayrıldıktan sonra zaman hızla geçerken gözlerin üzerinde olması dışında bir tuhaflık yoktu. Hafta sonuyla beraber bu meydan okumanın neticesini göreceğini biliyordu ve bundan kaçmayacaktı. Kaçtığı zamanların aksine bu kez buradaydı ve kimsenin kendisini yine korkutmasına izin vermeyecekti. Bu uğurda sevimsiz ve uçlarda dolaşan biri olması gerekse de bazen zor olanı yapmak gerekiyordu. Devrimler acısız ya da kansız yaşanmıyordu.
Hayran etkinlikleri bitene kadar anormal olabilecek hiçbir şey olmamıştı. Padock’a gelişi sonrasında kendine ayrılan ve eskiden başka birinin olan alanında kendisi için bırakılmış olan üzerinde takımın sponsorlarından birçoğunun da logosu olan t-shirt’ü giydi. Takımın da rengi olan mavi ile bir sorunu yoktu. Ama aklına nedensizce Bizans dönemindeki yarışlar geldiğinde ilk anda ayna karşısında gülmeden edemedi. Hipodrom’daki dört hizbin renginden biri de mavi iken bu dört hizip zamanla ikiye düşmüştü ve toplumun iki farklı kesiminin karşılaştığı bir yer haline gelmişti. Maviler soyluların rengiyken yeşil ise halka aitti. Ve Maya dedesiyle beraber tarih çalışmaya başladığı ilk günden itibaren her daim mavileri tutmaktan kurtulamamışken takımının renginin de bu maviden olması hem tesadüfi hem de doğruydu. Yine de derinlerde bir yerde bu renk yerine mor rengin soyluların rengi olması gerektiğini düşünmüştü. Zira Doğu Roma İmparatorları her zaman mor renge farklı bir şekilde önem vermişti.
Saatler ilerleyip de basın toplantılarının saati yaklaştığında Maya huzursuz hissetmeye başladı. Bakışların kendisine dönmesi rahatsız etmese de soruların kendisine yöneleceği ve de konuşmak zorunda kalacağı gerçeği midesine bir ağrı saplanması için yeterliydi. Alabileceği sorular hakkında bazı fikirleri vardı ve cevaplarını hazırlamıştı. Buna karşın her soruyu tahmin etmesi mümkün değildi. Hazırlıksız yakalanabileceği bir soru olup olmadığını bilemediği gibi bir soruya biraz gecikmeli cevap verse ne olacağından da emin değildi. Üstelik hedef tahtasının orta noktasında yer alacağından sorular çok daha ileriye gitme potansiyeli taşıyacaktı.
Düşünmemek istedi. Mihmandarı olan Sophie ile toplantının yapılacağı alana doğru hızlı sayılmayacak adımlarla ilerlerken onunla konuşmayı seçti. Toplantıdan sonra kimlerle pistte yürüyüş yapacağını ondan öğrenirken Brown’un da yürüyüşte olacağını öğrenmek huzursuzluk hissetmesine neden olmadı. Maya ile ilgili net düşünceleri olmayan Brown’un bir noktada asıl patronla daha fazla gerilmemek için kendisinin yarışmadığını biliyordu. Bu yarışın sonrasında, göstereceği performansla beraber onunla iletişimi şekillenecekti. Ve bu takım için bir meseleydi ve onunla ilgili bir soru gelirse söylemesi gerekenin ne olduğunu aklından çıkarmıyordu. Yeteri kadar baskıyı üzerinde hissederken takım patronunun kendisine şüpheyle yaklaştığını söylemek bile isteye mat olmaktan ileri gitmeyecekti.
Sophie ile toplantı salonuna vardığında önceki toplantı henüz bitmemişti. Ve kendisinden başka bir pilot ve Sophie haricinde bir mihmandar yoktu. Onunla yarış haricinde bir şeylerden bahsederken onun Felsefe eğitimi alırken kendini bir anda burada bulduğunu öğrenmek biraz da olsa aklını dağıtmıştı. Lakin sonrasında onun bir arkadaşının yanlarına gelmesi ve ikisinin arasında geçen konuşmada bir süre sonra sessizliğe gömülmesi ile gerilmeye başladı. Aklının meşgul olması gerekirken düşündüğü tek şey içeride neler olacağıydı. Ve bu olabilecek şeylere karşı bir bağışıklığı yokken dişlerini sıkmaya başladı. Gerilimi her geçen an artarken istemsiz bir şekilde yumruğunu da sıkmaya başladığında ilkel duyguları su yüzeyindeydi. Kaçmasından daha doğru hiçbir şey olmadığını düşünürken nefes alamıyordu. Nefessiz kalarak ölmesinin imkânı yoktu ve bir şey onun nefes alması için itici bir güç oldu.
Omzunda bir el hissettiğinde irkildi ve tuttuğu nefesi bırakmak zorunda kaldı. Karanlık tüm düşünceler kara bulutlar gibi bir anda dağıldığında ilk anda nerede olduğunu bilmedi ama gerçekliğe dair detaylar hızla zihnine saldırdı. Korkuyla ardına döndüğünde kimi göreceğinden ilk anda haberi olmasa da tanımadığı biri olacağını düşünmemişti. Arda’nın geldiğini sansa da tam karşısında onu değil de Mr. Champagne’i buldu. Ki diğer iki şampiyonluk adayı orada ve onun arkasından geliyorlardı. Onları görmesiyle beraber aşı daha büyük bir dertteymiş gibi hissederken onlarla basın toplantısına girerse belki daha az soru alma ihtimali olabilirdi. Ama biliyordu ki bugün kurtulma olasılığı çok azdı. Zira en kırılgan eserlerin arasına giren ve olmaması gereken yerde olan fil kendisinden başkası değildi.
“Zaten seni terletip köşeye sıkıştırmak için üzerine gelecekler. Bu kadar kendini sıkma ve eğlenmene bak. Buradan sonra asıl zor kısımlar gelecek.”
Karşısındaki yüz gülümsemeyle sözlerini bitirdiğinde söyleneni anlaması biraz zaman aldı. Bu gördüğü ilk dostluk belirtisiydi. Ama zihninin derinlerinde kötü olasılıklar da dönmeye başlamıştı. Bir ucube gibi hissettiğini görmezden gelse de, en azından bunun için çaba gösterip onların bakış açılarından kaynaklanan düşüncelerin kendisine etki etmemesi için uğraş verse de insanların düşüncelerini ve burada olan kendisi üzerine dönen bakışların yargılarını detaylı bir şekilde biliyordu. Nihayetinde Mary Shelly Frankenstein’i Suzuka’nın ortasına bırakıp kaçmış gibiydi. Ve kesinlikle kimsenin göremeyeceği bir yerde değildi.
“Teşekkür ederim.”
Kendisine gösterilen gülümsemeye aynı şekilde cevap vermeye çalıştı. Ama gerginliğinin henüz azalabilmesi için yeterince şart yerine gelmemişti. Lancelot, Voltaire ve Laurel ile aynı alanda sıkışıp kalmıştı. Ve Lancelot dışında kimse en ufak bir dostluk belirtisi sergilememişti, ki farklı davranmayacaklarını da biliyordu.
İçerideki toplantının bittiğini açılan kapı ile fark etti. Fernandez, Sharman, Salazar ve Lopez ardı ardına yanından geçip gitti. Diğerleri ile küçük şakalaşmalar, laf atmalar olsa da o anda orada en yalnız ve istenmeyen kişi olduğunu hissetti. Ki Salazar’ın ne dediğini daha önce duymuştu. Maya için ait olmadığı bir yerde kendine yer edinmesi için yeterli olmadığını ve evine oyuncaklarının arasına dönmesi gerektiğini söylerken kendinden çok emindi. Bu nedenle Salazar ile ilgili Maya olumsuz taraftaydı. Onu gördüğünde beyninde elektrik dalgaları daha da kuvvetleniyordu ama bunu görmezden gelmek için en azından çabalıyordu.
İşaret edilen şekilde ilk önce içeriye girerken gazetecilerin sessizliğini umursamadı. İçeri diğer üç pilotun da girmesi ve yerlerini almasıyla bir an onların olduğu tarafa baktı. Kısacak an süresince onlarda gördüğü ilk şey hepsinin sandalyelerinde çok rahat oturmasıydı. Metrodaki bacaklarını açarak oturan ve herhangi bir rahatsızlık duymayan o adamlar aklına geldi. Ki bu da zihninde Taylor Swift’in şarkısından bir dizenin çınlamasına neden oldu. “Wondering if I'd get there quicker if I was a man and I'm so sick of them coming at me again.”
Onlardan biri olmayacağını daha önce zaten kabullenmiş olan Maya için çoğunlukla maço dünyası olan yerde ayağında black louboutin pumps’ları vardı. Mokasenlerini giymeyi de seçebileceği halde varlık şeklinden ödün vermeyeceğine dair kendine söz vermişti. Ve buradan dönmeyecekti. Bu sebeple de arsız ve tırnaklarını çıkarmaktan çekinmeyen o Maya’yı olduğu yerden uzak tutmaması gerekiyordu. Çünkü onların dünyasında sevimli ve güzel kızlar onların sevgilileri olurdu ama asla onlardan bir adım öteye geçemezlerdi. Dişlerini gösterenler ise ilk önce ‘cadı’ adını alır, sonrasında da çıkılan avın nedeni olarak yok edilirlerdi. Ki kendisinin içindeki ‘sevimli kız’ sadece ailesinden ve yakınında olmasını sevdiği insanlar içindi.
“Sınıfa yeni gelen kız…” Giriş kısmıyla dahi cinsiyetçilik yapan kişinin adını Maya ne yazık ki duymamıştı. Ancak bu yüzü unutmaması gerektiğini düşündü. Başka zamanlarda da onun aynı tonda sorularıyla başa çıkmak zorunda kalacağına emindi. Hep böyle olurdu ve bu dünyada bunun devam etmemesi için hiçbir neden yoktu. Aksine ne yapabildiğinden ya da kim olduğundan daha önemli olan tek bir şey cinsiyetiydi. “Bugünün yıldızı sensin. İlginin üzerinde olması hoşuna gidiyor olmalı.”
Maya yüzüne yavaşça bir tebessüm yerleştirirken içeriye gireni gördü. Arda’nın yüzünde tam olarak olayların başlayacağı anda içeri girip yaşananlarla alay edenlere özgü gülümseme vardı. Ve Maya onun bununla delicesine eğlendiğini biliyordu. Zira son birkaç günde demediği şey kalmamıştı. Ki sözlerinden biri de sınıfa yeni gelen öğrenci olmaktansa Paris’te fahişe olma isteği dahi vardı. Ortama yeni gelenlerle ilgili olarak bildiği ne kadar kötü hikâye varsa hepsini anlatmıştı. Hatta bir ara Maya’ya ‘fish’ diye seslendiği dahi olmuştu. Padok onun için artık daha eğlenceliydi ve en yakın arkadaşının canını sıkmak için padok ile ilgili konuşurken ‘hapishane’ benzetmesi yapmaktan da vazgeçmeyecekti. Ve bazı anlarda Maya da aynı şeyi düşündüğü gibi kafasının içinde Arda’nın sözleri yankılanıyordu. “Freshman sucks, senior rocks.” diye sık sık düşünürken Arda’dan nefret ettiği de oluyordu.
“Ben bunun meraklı ilgiden ziyade hata arama olduğunu düşünüyorum.” Kısa bir es verip soru olmayan soruya dikkatle yaklaşmaya çalıştı. “Şu an burada olan herkesin de bildiği gibi kim olduğu önemsiz olmakla beraber gözleri bu hafta sonuna çevrilmiş herkes yerleşik inançlar nedeniyle bana üstten bakıyorlar. Hatta hemcinslerim bile. Kimin ne yapıp yapamayacağıyla ilgili bir kast sistemi varmış ve ben saygısızlık ediyormuşum gibi görünse bile sıradan bir durum içinde olduğumuzu düşünüyorum. Son iki haftadır herkesin söylediklerini duydum. Yani yıldızın ben olduğunu düşünmüyorum.”
“Yani artık etrafınla ilgileniyorsun.”
“Hayır, hâlâ etraftakilerle ilgilenmiyorum. Daha önemli işlerim var. Mesela düşmanlarımı tanıyorum. Masamda hepsinin fotoğrafları var.” Cümlesinin bitmesiyle derin bir sessizlikle yüz yüze geldiğinde açıklamasının yetersiz olduğunu düşündü. Soruyu soran gazetecinin gözlerine bakarken bunların daha iyi zamanları olduğunu bilerek konuşmaya başladı. “Ki bunun yanlış anlaşılmasını istemem. Çünkü kişisel bağlamda kimseyle bir sorunum yok. Sadece nerede savaştığımı bilmem ve ona göre hareket etmem gerekiyor. Barış için savaşıyorum. Kimseye ne yapıp ne yapamayacağını söyleyemesinler diye yeni yollar açma çabasındayım.”
“Gergin ve gardını almış gözüküyorsun.”
Maya’nın gardını aldığını kendisi bile inkâr edemezdi. Çünkü neye bulaştığının farkında iken görmezden gelinebilecek bir şey yoktu. Karting zamanlarında dahi oradaki kız olduğu için ‘tuhaf’ olarak algılanırdı. İlk gitmeye başladığında çocukların kendisini yadırgamadığını görse de büyüdükçe o eril dünyanın sözlerini kabulleniyorlardı. Ve yarışmak, motorlar ve benzerleri çoklarına göre sadece erkeklere aitti. Kızların orada bulunma nedeni görsel açısından etrafın güzel gözükmesiyken yarışan kızlar tam olarak ‘kız’ değildi. Yani en azından böyle düşünen o muhafazakâr kesim için başka bir açıklama yoktu. Bundan ötürü de Maya şimdi olduğu yerde daha dikkatli ve sert olması gerektiğini biliyordu. Kadın programını destekliyor gibi görünenler dahi açık arayacakken hem onlar gibi olup hem de onlardan olmadığının altını çizmek dışında kendisi için bir yol göremiyordu.
“Bunun doğal bir durum olduğunu düşünüyorum. Oyuna sonradan dahil olan çocuğum ve düzenin devam etmesini istedikleri şekilde ilerlemesinin önüne ani bir şekilde engel oldum ki bundan ben de hoşlanmıyorum. Ve ikinci bir neden olarak sonuçta oyun meraklısı, kendisini sevdirerek sevgi kazanmaya çalışan bir kedi yavrusu değilim. Buradaki diğer pilotlar gibi ilkel bir içgüdü ile bulunuyorum. Pembe gözlükler takıp arkadaşlık bekleyecek bir aptal değilim. En başta yapılması gereken her duruma hazır olup iyi olan ihtimal gerçekleştiğinde sevinmektir.”
Sorusuna cevap alan gazeteci teşekkür ederim Maya’nın yanında oturan Lancelot’a bir soru sorarken Maya soruyu dinlemedi. Lakin cevaptan anladığı kadarıyla grid’de bir kadın pilot olması hakkında bir soruydu. Ve aynı soru diğer tüm pilotlara sorulmuş gibiydi. O daha ortada kalan bir cevap veren Lancelot’tan sonra Voltaire ve Laurel olumsuz tarafı seçtiler. Hatta bir noktada ve satır aralarında verilen cevaplar saldırgancaydı. Buna rağmen Maya duyduklarını önemsemedi. Kendisine gelecek yeni soruları beklerken uslu durmaktan yanaydı.
“Travmatik olduğun söyleniyor?”
Uslu durma konusunda kendine telkinler veren Maya için soru tetikleyici olmadı. Neden sorulduğunu dahi anlamazken bunun yarışlarla ne ilgisi olduğunu anlayamadı. Gazetecinin tam olarak kardeşinin ölümü üzerinden izlenme ve okunma alacak bir soru sormaya çalıştığını net bir şekilde fark etse de sakin gitme kararından vazgeçmemişti.
“Bu sorunun bağlamını anlayamadım.” Dediğinde bir tür kaçış yolu yapmaya çalışsa da karşısındaki gazetecinin üzerine geleceğinden emindi. Olumsuz ihtimalleri düşünürken buna benzer bir soruya cevap bulmuştu. O cevabı burada da kullanabileceğini düşünürken karşısında avını bekleyen adamın elini biraz daha açmasını gülümseyerek bekledi.
“İkiz kardeşinin ölümü sonrası psikoloji olumsuz etkilemiş olabilir mi? Yani burada bir tür intihar yarışına çıkmak için çabaladığını söyleyebilir miyiz? Sonuçta bir anda yarışmaya karar vermen ilginç.”
Arkasına yaslandı. Kollarını göğsünde bağlarken bir an masanın altına bakıp annesiyle beraber aldığı ayakkabılarına baktı. Cevap verip vermeyeceği bir an belirsiz görünse de bir an sonra gözlerini baktığı yerden ayırıp gülümsedi. Yüzünde kilisedeki o gülümseme vardı ve kim ona bakarsa baksın hüzünlü ama mutlu olduğunu anlardı. İçinde olduğu durumu kabullenenlere özgü bir rahatlamayı onda hissetmemek imkânsızdı. Bundan ötürü derin bir nefes verdi. Sanki her şeyin bittiğini yeniden anımsamış gibi rahatlayarak söyleyeceği sözleri hazırlandı ve bu konuda kendinden asla beklemeyeceği bir sakinlikle konuşmaya başladı.
“Hepimiz sevdiğimiz birilerini gömdük ve bir gün bizi de gömüp sadece anılarında bir an için anımsayacaklar. Doğumlar ve ölümler bize verilen hayatın döngüsünden ibaret. Yaşam siz yaşasanız da yaşamasanız da biter. Bir yere saklanmak sizi zamanınız dolduğunda kurtarmadığı gibi eğer yaşamayı seçmezseniz pişmanlıklarla beraber nehrin öte yakasına geçirir. Sanırım bu ölümle ilgili travmaya sahip olup olmadığımı merak edişine bir yanıt oldu. Ama sorduğun şey eğer ki kardeşimin ölümüne üzülüp üzülmediğimse bir parçamı kaybettiğim için üzüldüğümü ve canımın çok yandığını söyleyebilirim. Lakin onun daha fazla acı çekmeyeceği bildiğim için memnunum. Annem ve babamla beraber onu anısını yaşatmaya devam edeceğimiz gibi onun başkalarına ışık olması adına da elimizden geleni yapacağız. Büyükannemin de dediği şekilde kendi acılarımızdan başkalarına merhem hazırlayarak daha da iyileşeceğiz.”
Detaylı bir cevap olduğunu düşünse de kendisini anlatmaktan çekinmesi için bir neden yoktu ve o soruyu soran da bunu istemişti. İlginç bir cevap, belki de sert bir tepki beklese bile Maya daha kötülerine kendini hazırlamıştı. Sorulan soru düşündüğü kadar sert değildi ve hâlâ kötü sorular gelebileceğini bilse de en azından buna benzer olanı artık onu bulmayacaktı. Ama sonrasında sorular ardı ardına onu buldu.
“Erkek kardeşin iki kere dünya şampiyonu olmuştu. Sence sen onun başarısını tekrar edebilir misin?”
Deran ve onun başarılarından sonra asla kötü hissetmemişti. Kardeşinin başarılarından her daim mutlu olduğu gibi onunla gurur da duyardı. Fakat bu anda bunun bir şekilde kendisine sık sık sorulacağını biliyordu. Ve kendisini kardeşi kadar başarılı kılmak istemese bile ihtiyacı olanın ne olduğuna şüphe yoktu. Ne istediğini bilirken bu bir sorun değildi. Kıyaslanmadığı ve kendisinden bir şeyler beklenmediği sürece hiçbir şey kötüye gitmeyecekti. Ama içinde olduğu anda yine üstten bir bakış hissediyordu. Yakın zamanda olmasa bile bir gün kullanılabilecek bir malzeme arayışı asla tükenmezdi.
“Böyle bir misyonu üzerime almam. Yeterince stresli bir işle uğraşacakken kendime daha fazla yüklenmem. Ki geçmişte babalarının ismi altında ezilmiş çok kişi gördük. Kendim için yarışmayı ve kendime ait bir hikâye yaratmayı tercih ederim. İyisiyle ya da kötüsüyle-”
“Babanın koltuğunu satın aldığı doğru mu?” diyen kişiye cümlesini bitiremediğinden hiç zaman kaybetmeden döndü. İlk kez birinde açıkça alay edişi görürken gerildiğini hissetti. Tam olarak gösterilen düşmanlıklara karşı sakinliğini koruma konusunda başarısızdı. Yine de şansını önce iyi olandan yana denemek istedi.
Bir an masadaki diğer üç pilota bakış attı. Üçü de gözlerini karşılarına dikmişti ve o an onlardan birinin bile kendisine bakmayacağını biliyordu. Hepsi aynı şeyi düşünüyordu. Uzun zaman önce yarışları bırakmış olan bir anda geriye, bıraktığı seviyeden daha yükseğe dönüp düzeni bozuyordu. Ve yine hepsi bunun bir kızın şımarıkça isteğinden ibaret olduğunu sanmaya devam edecek şeyleri duymaya hazırdı. Ki cevap ne olursa olsun onu düşüneceklerdi.
“Babam bana asla bir yarış aracında koltuk almaz. Hayali kardeşimle beni en üst düzeyde yarışırken görmek olsa da bunun için kan ve ter dökmediğim takdirde senden daha fazla eksik görürdü. Ama eğer sen kendine bir koltuk mu aldın diye soracak olsaydın cevabım buna da olumsuz olurdu. Kendi başıma bir koltuk alacak kadar parayı kazansam da böylesine kör ve aptal şekilde kendimi canavarların arasına atmazdım.” Cümlesini tamamladığında çekinmeden yanındaki pilotlara bir bakış attı. Kendi hemcinsi olmayanlara karşı davranışları eşitlikten son derece uzak olan ilkel canlılar için daha uygun bir tabir bulamıyordu. “Yine de süreci merak ediyorsan bir süre önce test sürüşlerine çıktım, bunun için babamın önayak olduğunu asla yadsıyamam. Lakin burada olmam fikri Vladimir ve John’a aitti. Denememi istediler, istedikleri gibi bir performans sergiledim ve test pilotu olmam konusunda anlaştılar. Eğer Alain o kazayı yapmasaydı da bu şekilde olacaktı, bir anda tepeden inen olmayacaktım. Ama o ne yazık ki altı hafta burada olamayacak. Ben de bu sürede onun koltuğunun boş kalmaması ve takımın şu an olduğu sıralamayı koruması için uğraşacağım. Hepsi bu kadar. Ne azı ne de fazlasını ummayalım. Yani büyütmeye de benden korkmaya da gerek yok. Her şey-”
“Yani başkalarının felaketleri sonucu burada olduğunu inkâr etmiyorsun.” Maya’ya tüm pişkinliği ile bakan gazeteciye sözünün yeniden kesilmesi üzerine tepki vermedi. Ama sınırda olduğunun farkındaydı. Nezaketi her an sonlanabilirdi ve sonrasında olabilecekleri kendisi de kontrol etmekten uzak olurdu. Ki zaten daha kötü cevapları ve tepkileri ilk sözünü kestiği anda hak etmişti.
“Bu soruyu Schumacher ya da Vettel’e sorabilir miydin?”
“Anlamadım?”
“Biraz F1 tarihi çalıştığına beni ikna edersen sorularını ciddiye alırım. Zira pilotlardan birinin yaralanması ya da gözaltına alınması sonucu koltuğu devralan ne ilk ne de sonuncu pilot olacağım.”
Maya daha fazla konuşmayacağını belli edercesine kollarını göğsünde bağlayıp arkasına yaslandı. Sözünü kesen o gazeteci de Laurel’a soru sormaya geçti. Onun konuşması esnasında sorusunun cevabını almayı uslu bir çocuk gibi bekledi. Ki bu Maya’nın sinirlerini bozan başka bir detaydı. İnsanların sahip olduğu bazı tavırlar, konuşmaları arasında kullanılan önemsiz sözcükler dışarıdaki dünyada nasıl biri olduklarına dair büyük ipuçları veriyordu. Ve Maya da konuşmasının bitirmesini beklemeyen adam hakkında asla değiştirmeyeceği bir düşünceye hızlıca karar verdi.
“İçeride narin bir vazo varken sert oynamak pek adil olmaz. Bu hafta biraz eğlensin gibi bir şey dememi beklemiyorsun değil mi? Tabii biraz hırpalanıp hayal kırıklığı yaşayacak. Minik kediler büyük kedilerle oynamamalı. Tırnakları kırılabilir.”
Kendi kendine güldü. İşlerin kontrolden çıkmaya başladığını hissetti. Ve kan kokusunun yayıldığı ortadayken sorular artık kan kokusunu alan av köpeklerin verdiği tepkilere benzer bir hale gelecekti. Sakinliğin nasıl bozulabileceğine dair işaretler ortadayken herkes pastadan daha büyük bir dilim isterdi.
Dinlemekle yetinen Maya vücudunun gerildiğinin farkındaydı. Laurel’ın sözlerinde daha da fazla düşmanlık sezmeye başlarken bu toplantının bir an evvel bitmesini istiyordu. Yarışın zamanının gelmesinden başka bir şey düşünemezken sözler yerine icraat peşindeydi. Belki ilk yarışta istediğini alamazdı ama başlarına bela olacağını ve puan hesaplarını bozacağını onlara göstermek zorundaydı. Çünkü kendisi de en az onlar kadar durumu biliyordu. Sezonun bitişine yedi yarış kalmışken kendisi için büyük bir olay yaşanmazdı. Fakat gelecek sezondan önce ne olacağını kimse bilemezdi. Ki o masadaki kimse pek çok gerçeği de bilmiyordu.
Aklı başında yarışla ilgili hiçbir soru almadığı toplantı bitene kadar sessizken daha fazla orada oturmasına gerek kalmadığını anladığında yerinden hızla kalktı.
“İzlenimlerimi söylememi ister misin?” Sophie’nin hemen yanında olan Arda kendisiyle konuşurken öfkeli hissediyordu. Aradaki mesafeyi kapatmadığı halde konuşmaya yakındı ve bu anda sesinin düşündüğünden yüksek olduğunu fark etmedi.
“Çeneni kapa!”
“Galiba kum torbası lazım.”
“Zahmet olmazsa.” Öfkesini çıkarmak için bazı ihtiyaçları olduğunu reddetmese bile o an henüz otele dönmesine zaman vardı. Bu yüzden Sophie’nin kendisine uzattığı bez çantayı aldı. Çıkması gereken yürüyüşü ayağındaki ayakkabılarla rahatça yapamayacağından önlemini almıştı. Ama hiçbir önlem bazı öfkeleri engelleyemediği gibi önyargıları da kırıp atamıyordu.