Bir şeyler arıyormuş gibi gözümü odada gezdirirken kalabalığın ortasındaymışım gibi bir hisse kapıldım.
‘Var mı benden daha beyinsizi ?’ diye sorup sürekli ‘tabii ki yok anasını satayım!’ yanıtını aldığım boy aynası, bazen kafamdaki düşüncelerin ördüğü ağları bozmak için kullandığım ahşaptan radyo, her biri içimdeki farklı duyguları depreştiren, ‘beni oku lan!’ diye bağıran sararmış yapraklı kitaplar, sanki içimi boşaltıyormuşum gibi izmaritlerle doldurduğum küllük ve beni sorgusuz sualsiz kabul eden ikili: kalem-kağıt…
Öyle ya hepsi tek bir karaktere bürülü ve benim gibi suskunlar.
Ben hep çatı katlarını tercih etmişimdir.
Ahşap zeminde ayağımı sürümek daha bir otantik gelmiştir bana.
Hepsi öldürücü olduğundan markalarının bir farkı olmamıştır yanımda sigaraların.
Hiçbir siyâsî çeteye oy vermişliğim yoktur. Uydurulan yalanlara bulunan kılıfların bir kenarından da ben tutmamışım.
Ne geleneksel takılmışım ne de modern.
Kendi tabiatımın hukuku daha cazip gelmiştir. Nabza göre şerbetçilik piyasasında iflas etmişliğim vardır.
Kendi nabzıma göre dağıttığım şerbetler yüzünden.
Köprüyü geçene kadar orman kanunlarına uymak bana terso geldiğinden bütün köprüleri yıkıp herkese ayı demişimdir.
Çakan şimşeklerle düşüncelerimin deşarj olduğu havalarda eve sırılsıklam dönmüşlüğüm vardır.
Kış ortasında gece yarıları üstümdeki giysilerle duş almışlığım…
Günlerce parasız takıldığım olmuştur, paraları savurduğum haftaları saymazsam.
Kelepir kitapların efsunu büyülemiştir beni.
Sararmış yaprakların hazzına paha biçememişimdir.
Romantik dakikalarım olmuştur, içinde yananlar sayesinde sıcaklığını benden esirgemeyen odun sobasıyla.
Yalnızlığım desen, beni hiç yalnız bırakmamıştır.