Son zamanlarda meşhur edilen bir beyit var. Nedir o bakalım beraber:

           “Vakti şadi de gelir mevsim-i mihnette geçer. Ben eğer yanlış hatırlamıyorsam Galip Dede’ye ait. Açıp bir yere bakma gereği duymadım çünkü bir şeyin bizde bulunduğu şekilde hatıra gelmesi çok daha iyi oluyor.

           Galip Dede ya da galat-ı meşhur hali ile Şeyh Galip, çok değil bir vakit önce bugünün insanının, doktor, psikiyatrist ya da her ne alem ise onların ezbere söylediği “ amaaan, boş ver, takma, her şey geçer, zamana bırak” bu ve bunlara benzer yığınla cümlenin daha sarih ifade edeyim saçmalığın ifade edemediğini şu veciz beyitle ermiş. Dahası da var aslında ama Vakt-i şadi en güzeli sanırım ki insanlar bunu görmek istedi. İstedi kelimesini çok severim, insan bir şey isterse eğer bir şey meydana getirir. Biz, bizim insanımız ve çağımız yaşadığı her anın geçecek olduğuna ikna edilmek istiyor. Halbuki bir şeye ikna edilmek insanı tekrar tekrar bir bataklığa sürükleyebilir.

           Bize derler ki “her hal geçicidir” her halin geçici olduğunu bize en güzel mevsimler ispat eder. Sesiz sedasız, kırmadan ama yorarak, dökmeden ama serperek, vurmadan ama hırpalayarak gelir geçerler. Gözümüzün önünde olur esasen her şey ama biz farkında mıyız emin değilim. Her hal geçicidir eyvallah ama ben hallerimin geçici olmasından çok o hale duyduğum öfkeyi içimden atamıyorum. Zamana bırakmak ahmaklar işidir bunun da farkındayım o sebeple içinde olduğum halden çıkmam için dünyaya sağır ve kendime şifa olmak ile meşgul olmalıyım. Bizi mevsim-i mihnetten çıkaracak şey bu mudur dersiniz? El hakk değil, çünkü insan gidiyor, batıyor, inkâra varıyor. Varmak kelimesi o kadar iğreti durdu ki kötü yere varmak insan için mihnetten gayrı ne getirir ki?

           Yazı dağıldı farkındayım. Zaten beni sevindiren de bu; dağınık bir şeyler anlatmak ve anlamak. Neyin nereden geleceğini kim nasıl bilsin ki? Her neyse…

Vakt- Şadi’nin bize bir anlık gelmesi muhtemel, uzunca bir müddet bekledikten sonra gelmesi de öyle ancak bizimle kalması imkânsız gibi. Hatırınıza getirin en mutlu olduğunuz dönemi, Ne kaldı geriye ondan? Belki bir tebessüm belki özlem ve belki de bir kahkaha. O kadar…

Gelin şimdi gam ile hüzün ile dert ile kıvrandığınız o zamana. Ne kaldı derseniz sual eksik kalır bir kere. O dönemler bizim insan olmamız için ehemmiyeti haiz. Kalan bir şey yok ortada; Sinen var, üstümüze sinen bir af, bağışlanma, sadelik, huzur, kabul, görme, bilme, hayret ve hatta dehşet. Bunları ölesiye sıralarım fakat bu kadar ile iktifa edeyim. İnsanı hüzün adam eder dedikleri de bundan. Zannımca Galip Dede’de hüznün insan için en gerçekçi ve zor olduğunu vurgulamak için mihneti son kısma aldı. Dönün beyte tekrar, Vakt-i Şadi geldi ve gitti, Mevsim-i mihnet olmadan hiçbir anlamı yok artık. Ne güzel belirtmiş Efendi hazretleri. Yazı uzasın istemiyorum. Aslında bu ara yine isyanımı ve öfkemi E.M. Cioran ile anlattığım bir yazı paylaşacaktım ama Galip Dede ile hemhal olmak istedim. Aşkı hiç sevmesem de aşk ile kalın…

İnleyip sırrını fâşeyleme ağyâra sakın

Düşme bilmezlik ile varta-i inkâra sakın

Değmesün âhların kâkül-i dil-dâra sakın

Sonra Mansûr gibi çıkman olur dâra sakın

Arz-i acz etmeyesin yâreden ol yâre sakın

Bulduğun cevher-i âlîleri bîçâre sakın.