Ben gayr-ı ihtiyar bir kayık, senelerdir açılırım boğazın serin sularına, tokalaşırım canımın canı dostlarımla.
Meşe ağacı ile hayat buldu dört bir yanım.
Dalgalar savurur, gayr-ı ihtiyari paslaşır durur boğazın serin sularında.
Rüzgârın yüzüme üflemesi beni alır götürür sonu görünmeyen dehlizlere.
İşte koca bir ömür öyle ya da böyle bir gün biter. Hayatın bizlere ne getireceğini bilemeyiz.
Niyet eder, olta atarız mavinin yedi tonuna, bazen boş döner, bazen de kasalara sığmaz denizin incisi.
Ummadığın anda umulmadık şeyler olabilir! Gayr-ı ihtiyar demişti dersin evlat. Ölmeden önce emanet edilmiş, bir defter ve içindeki yaşanmışlıklar. Yaşlı ihtiyardan manevi evladı rüzgara...
Bir hayat hikayesinin sonuna daha geldik, gördün mü? Uzun ama kısa bir yolculuk hayat.
Hadi bakalım, yoluna rüzgar. Daha fazla kendini hapsetme karanlık denizlerin içine,
yakamoz ol, parılda gecenin bir yarısında, şimdi gidenlerle gidilmez, bilirim ama kalanlarda yaşanmaz deme... Bu satırları sen okuyorken ben toprağın altında ölmüş olacağım. Sil bakalım gözyaşlarını.
Hayat senin çizgin ile devam eder. Tabii rayından çıktığı durumlarda elbette olur. Sen her zaman doğru bildiğin yolda ilerle olurda bir gün yaşam mücadelen tükenirse kardeşlerini hatırla, sen de gidersen kimseleri kalmaz. Ve beni de unutma rüzgar.
Ailemi feci bir kazada kaybettim. Kimim kimsem kalmadı. Bir başıma kaldım koca İstanbul’da tam umudumu kaybedecekken, aldım kayığımı çıktım denizlere. Deniz benim evim, martlar dostlarım oldu, tutunacak limanım oldular. Kazandığım paralar ile nice yetimin karnını doyurdum, yüzlerini güldürüm.
“İyilik et, denize at, balık bilmezse halik bilir.” der atalarımız, bunları anlattım sana çünkü örnek alasın diye koca yürekli delikanlım. İşte benim hayata tutunmak için sebeplerim vardı ama o gün o yangın çıkmasaydı dükkanda, şimdi yatalak değil de ayakta olur, tekrar açılırdım mavi huzura. Artık saylı günlerimiz var, sularımız sarardı.
Sevdim seni evlat yanımda, yıllar önce çalıştın. Biz her zaman güçlü durmaya çalıştık ama şimdi görüyorum ki sen gemilerini tek tek batırıyorsun, olmaz böyle, haydi bakalım yoluna, kardeşlerin seni bekler.
Tam ayağa kalkmış ilerlerken ustam, dur bakalım evlat, sağ tarafta duran konsolun ilk çekmecesini aç, orada siyah bir kitap var, al bakalım eline, dedi.
Elime aldım ve ona doğru yaklaştım, elimi tutu, bir gün ben ölürsem dedi, o defterde yazanları kaleme geçir olur mu evlat? Başımı sallamakla yetindim, boğazım dolmuş, dudaklarım titriyordu. Elinden öpüp hemen çıktım odadan. Gözyaşlarım sel olmuştu. Siyah defteri elime aldım ve ilerledim karanlık sokaklarda, aradan bir hafta geçmişti, sık sık ustamın yanına gidip geliyordum.
4 Ocak günü yine birlikte yemek yemiş, onun kıymetli sohbetine dalmıştık. Saate baktığımda gece 01.24 görünüyordu. Bu kadar zaman geçmiş miydi sahi? Bir yanım hiç de eve dönmek istemiyordu, hissetmişti kalbim ustamın gideceğini… 5 Ocak 2015 tarihinde kaybettim ustamı, koca çınarımı. Aradan tam 1 yıl geçmişti. İlk zamanlarda her gün, sonraki günler haftada bir veya iki gün mutlaka ustamı ziyarete gelirdim. Bir gün yine ustamı ziyaretten gelirken otobüse bindim. Orta tarafa ilerleyip sol koltuğa oturdum, başımı cama yasladım. Ardan 5 dakika geçmişti ki radyodan okunan şiir ile gözlerim buğulaştı, dudaklarım titremeye başladı.
"Ağır ağır çıkacaksın bu merdivenlerden
Eteklerinde güneş rengi bir yığın yaprak
Ve bir zaman bakacaksın semaya ağlayarak"
Merdiven şiiri (Ahmet HAŞİM), evet. Bu şiir dedim, ustamın en sevdiği şiir, kendimi kaybetmiştim adeta. Sesimin ne kadar yüksek çıktının farkında değildim. Bir anda herkesin bana bakması ile utancımdan başımı hemen öne eğdim, şoförün sesi ile tekrar başımı kaldırdım, ben de çok severim bilir misin kardaş, dedi. Ve radyonun sesini biraz daha yükselti:
Sular sarardı yüzün perde perde solmakta
Kızıl havaları seyret ki akşam olmakta
Eğilmiş arza kanar muttasıl kanar güller
Durur alev gibi dallarda kanlı bülbüller
Sular mı yandı neden tunca benziyor mermer
Bu bir lisân-ı hafidir ki ruha dolmakta
Kızıl havaları seyret ki akşam olmakta