Şimdilerde dolunay var semada, 15 Muharrem bu gece. Yabancı bir ruhla dertleştim yine. Zihnimdeki kırıntılara ateş böcekleri üşüştü, sonra kıvılcımlar püskürdü küllerin altından ve rüzgâr dağıttı külleri, kor halinde yanıyordu nefesim. Birden alevlendi parmaklarım, vücudum yangın yeri. Kim söndürebilir yandıkça yandı, yaktıkça yaktı ateşin her şeyi, herkesi, her yeri, her anı, varı ve yoğu yaktı geri kalan bir avuç küldü, külü de yaktı hasretin.
Ah kara veba niye aldın ki hayatımı? Daha kalemim yazacaktı. Gözlerim görecek, kalbim atacaktı. Meğer ben sevgisiz gafil yine gafletteymişim. Sen bir yağmur tanesi, bir sobada yanan ateşin kendi müziği ile dansı, bir kahve köpüğü, bir ceviz kabuğu, bir tesbih tanesi, divitimin mürekkebi, mezar taşımın üstündeki güneş, oscarlık bir film, ikindi vaktinin uzayan gölgesi, bir akşam yemeği, bir gece yürüyüşü, bir sabah kahvaltısı, nesin sen? Kimsin sen? Bu kadar her şey olabiliyorsun ya da bir anda hiçbir şey. Savrulan bu güz yaprağı ağacını özlüyor ve bağrında bir tohum taşıyor. Şimdi çorak topraklarda belki bir rüzgar götürür mümbit topraklarına. Nerde ve ne zaman vuslat? Âlâ'da mı, Me'vâ'da mı? Acaba Rıdvan açar mı kapıyı?