Altında kibir kokuları duyulan her sözüm,
Beni mutsuz eden her kadına
Kendini vebalı gibi hissettirmem,
Tüm bunları mutlu olmak için yapmak!
Affedin beni evrenin kanunları!
Size başkaldırdım ve reel değildi hiçbiri
Descartes’ın ruh tanımına aykırı
“To be or not to be”
Olmamak eylemindeki eylemsizlik benim!
O kadar gerçek değildi ki düşüncelerim
Magritte’in yeşil elması yüzümün ortasında
Gerçek ile hayal arasından kurtulmaya çalışırken
Peşimi bırakmayan şu geçmişin ayak sesleri
Art niyet aramıyorum
Doğu kökenli o fahişenin
Bana ismimi ve mesleğimi sormasında
Ya da beni cesaretlendirmek için tokat atmasında.
Daha derinlerden sorular sorsaydı
Anlatırdım ona âşık dedemin kolundaki üç sigara yanığını
Kaldık bu şehirde
Dört duvar, iki cam
Başım eğik gezdiğimden
Yadırganmak yanıma kâr kaldı
Geçmişin yılanları boğazıma sarılmışken
En azından “göğe bakacak” duraklarınız vardı
Şimdi!
Geçmişin ayak sesleri
Arnavut kaldırımlı dar bir sokakta yankılanıp
Her bir pencereye,
Asılmış her bir çamaşıra değip geçiyor
Adımlarımı hızlandırdıkça atılan bir oktan kaçar gibi
Atılan her kahkahanın, her mutluluk nidasının uğrunda
Ödediğim bedeller geliyor aklıma
Çıkmaz sokağı aşmak için dökülüyor dudaklarımdan
Strugatski kardeşlerin distopyasındaki kelimeler
“Herkes mutlu olsun bedavaya!”