Geçtikte anlatılır, anlattıkça geçmez. Delirdiniz mi? Bir ben deliyim sanıyordum.

Şuradayım.


Yeterince iyi değilim. Şuramda kasım sabahı cenaze görmüşüm gibi bir sızı.

Şurada, kahvesini çoktan tükettiğim boş kahve fincanı, okumadığım kitaplar ve

boş bir saksı var. (Günün birinde ona yeniden umutlarımı ekeceğim.)


Şurada şöyle bir karmaşa var; her şey yolundaymış gibi davrandığın pazar sabahı, gece olup pazartesi gününün ilk saatlerine ulaşınca gerçekten neyin yolunda olup neyin olmadığını bilmemen gibi.


Bu şimdi iyi mi kötü mü?


Aslında ben pazar sabahına uyanmıştım, bugün pazartesi gibi.


Bu arada battaniyeden dışarı çıkardığım sol ayağım üşüyor, battaniyenin içindeki sağ ayağım ter içinde. Sağ ve sol ayağım bile birbiriyle çatışıyor; düşünün, öyle muhteşem bir sıradanlık!


Nerede kalmıştım?

Ah, şuradalar.


Üşüyen ayağımın yanında bir ajandam var; içine dünyalar sığıyor, kendisi cebime.

Evet tıpkı dünyalar kadar duygu barındıran kalbim/ gibi.


Şurada da renkler var, ajandamın soluk sayfaları canlansın diye. (Moduma göre belirlediğim renkler içeriyor/ konu kilit)


Gün verirdim ama ben salı ve perşembeyi birbirine karıştırdım, bugün günlerden muhtemelen cuma.


Mavi en sevdiğim renk.

Turuncuyu yitirdim.


Ufak bir sır: En büyük nefretim bu iki rengi bir arada görmek. (Turuncu senin en sevdiğin renk)


Buna rağmen en sevdiğim sensin M., umarım alınmıyorsundur.

Hem dedim ya, yeterince iyi değilim.

Belki sende yeterince iyi olmadığın günlerin birinde yaptın o terk etmeleri.

İçinde sevdiğim maviyi barındıran ve yitirdiğim turuncuyu.


Allah'ım bu konulara beni karıştırma, amin.


Anlayacağınız bu gecede kafam efsane lüks bu yüzden çok ciddi bir şey soracağım:


Biriniz beni Markus Suzak ile tanıştırabilir mi? Aklıma geldi. Kitabında şöyle bir replik vardı: 


Kalbinin derinliklerinde bir yerde bir kaşıntı vardı, fakat kaşımamaya dikkat ediyordu. Ortaya çıkabilecek şeylerden korkuyordu...


Bir sorayım, dedim.


Tanıştıramaz mısınız? O zaman; şu öte

de durun. Bu öte benim.


Kalbim kaşınıyor.