Hayatımızda koyduğumuz ama sonlanmayan birçok nokta var.
Ara vermeyi son ile karıştıranlardanız. Bu yüzden sona ulaşmayı bekleriz. Gerçekten her şeyden bu kadar sorumlu muyuz? Nefes almayı hatırlıyor muyuz? Bir de sonu hazırlayanlar var. Ulaşmayı beklediğin son mu, yoksa başlangıç mı? Gelecek mi, yoksa geçmiş mi?
Çocukken de virgülü koyma konusunda hep sorun yaşardım. Arada nefes alınması gerektiğini bilirdim, bazen de nefes almadan söylemek istediklerimi aktarmak isterdim. Hayatta da bazen virgülü koydurtacak anlarınız oluyor. Fark etmeden nefes aldığınız zamanlar oluyor veya adını tam virgül olarak koyamıyorsunuz. Sanırsam anlam kazanan her şeyin bir hikayesi var. Bugün de benim üç noktamı inceleyeceğiz.
Yaşanılan ömür denilen kavramı her zaman “üç nokta”ya benzetmişimdir. Geçmişimden sonraki bulunduğum şimdiki zaman ama geçmişle gelen bir şimdiki zaman. Görmüş, deneyimlemiş bir şimdiki zaman. Yerine göre pişman, üzgün veya mutlu karşılaşma, ayrılma, kırılma, çıkarım ve şimdi buradayız. An her an zamanın gitmesi ve gelmesi mümkün olabilir. An, belki zamandır. An, belki de bizizdir. Varlık ve düşüncelerimiz, benliğimiz...
Tam olarak hangi zamanın yansımasını yaşıyoruz?
Geçmişi bırakamayan gelecekten kopamayan yıldız tozu. Kendi içindeki karmaşıklığı çözemediği için zamanı mı suçluyor? Şimdiki zamandan bir bakış gelecek. Tesadüf değil, sanki bir kuralı varmış gibi umudun izlerini taşıyor. Geçmiş de geleceği merak ediyor, gelecek de geçmiş oluyor. Peki, biz bu noktalarda gerçekten tam olarak ortada mıyız? Bunu keşfetmek hayatın bir illüzyonu. Zaman bir oyun gibi gelmesi oldukça normal diye düşünüyorum. Geçmişi mi anlamlandırırız, geleceği mi? En beklediğimiz anlar geçen zamanın hüznü müdür? Umutla yaşadığımız zamanın yansımaları mıdır? Önümüze bakarken geride kalanlardanız.
Düşünce hızımız geleceğe ne yakın ne de geçmişten uzak. Zihnimizin yarattığı oyunu kabul edip yaşamaya devam ediyoruz. Bazılarımız endişeli bu duruma ama unutulan durumlar hangi zamanın temsilcisi olduğu da bilinmez. Bilinmezlik diyoruz da üç noktadan yıldız tozuna kadar gittik. Belki de bizler bu kadar büyütüyoruz. Anlam verilmeyen bilinmezlikleri belki de bir hikaye ile süsleyemediğimiz için çabalıyoruzdur. Anlam veremediğimiz çoğu şey unutulmaya itilir veya inkar edilir. Hayat da bir nevi bir anlam süreci bana göre. Yaşamayı unutuyorken bunu inkar ediyoruz. Yaşamak da kime göre, neye göre…
Uzaklaşalım o zaman biraz daha, anlam veremediğimiz, çok da uzak olmayan bir yakınlığa sahip birçok şey var hayatımızda. Kapıları başka zamana açılacak farklı düşünce malzemeleri... Zamanı hesaplayamadığımız gelecek veya geçmişin sadece bir boşluktan ibaret olduğu bir yer. Geçen zamanın göreceli bir şekilde anlamlı olan, tam olarak ortadaki noktaya odaklı bir hiçlik. Neredeyiz? Nerede olmayı dilerdik? Noktanın sonunda mı, başında mı?
Devamı geleceği bilinen ama ne geleceği bilinmeyen bir öykü sanki yaşam. Bir kalıtım gibi içimizde köklenen... Nefesten bahsettik, unutulan, bazen hatırlanan... Birçok yere koyduğumuz noktaların sonunu veya başlangıcını üstlenmekte cesaret edemediğimiz zamanlar vardır. İşte o zamanlarda yine hiçlikten gelen bilinmezliği hatırlarız.
Sevgili okuyucum, bu cümleleri okurken de bir zamanı geride bıraktın. Birden fazla nokta koyduk buraya gelene kadar. Noktalar da kendi içinde bir devamlılığı içeriyor. Yaşamı nasıl anlamlandırırsak anlamlandıralım ancak kendi düşüncelerimiz doğrultusunda bunu yapabileceğiz. Üç nokta kadar sınırlı olabiliriz. Geçmiş ve geleceğin arasındaki mesafeler bizlere bir yolculuğu gösterebilir.
Sen hangi noktada yolculuk yapıyorsun?