Gelmişsin... Gelme...


Geç kaldın hem de her şeye çok geç kaldın. Sevgime çok geç kaldın, nereden biliyorsun deme, güllerim soldu. Senin için biriktirdiğim umut kelebekleri, onlara da geç kaldın, hepsi uçup gitti ellerimden. Gülüşler, öpücükler bir kış gecesinde çarpıp kapıyı çıktılar.




Hayallerim... Senin, bir bahar müjdesi gibi bana geleceğini düşledim ben. Gelmedin... Kaç bahar geçti bilmiyorum, saymayı bırakalı çok oldu. Sayılar bir yerden sonra çok anlamsız oluyor. Bir, üç, beş, yedi... Onlara eklenen günler. Ne kadar tuhaf, dile ne kadar da kolay ya yüreğime? Seni seven yüreğime. Geç kaldın hem de çok geç kaldın. Her gün aynıydı her günüm eksiksiz aynıydı.




Senin için atan bir kalp, seni seven bir ruh; sana bağlanmış mutluluklar, umutlar, hayaller. Anladım ki, Mecnun olmak için çöllere düşmeye ya da Ferhat olmak için dağları delmeye gerek yok. Kimse bilmese de ben de onlardan biri oldum. Sevmek, çok sevmek delirtiyor insanı. Amansız bir hastalık gibi sarıyor bütün ruhunu.




Amansız hastalık, delilik... Sadece sevdim, ben sadece sevdim. Nereden bilebilirdim sevginin bu kadar tehlikeli olduğunu. Nereden bilebilirdim gelmeyeceğini, nereden bilebilirdim bir gün biteceğini...




Dedim ya gelme, çok geç kaldın, her şeye çok geç kaldın. Kalmadı içimde sana dair bir şey. Sevgini, istersen umut kelebeklerini, solan gülleri, gülüşleri, öpücükleri, sen diye diye geçirdiğim günleri bul; geçmişi dinle onlardan. Sonra da git... Gelme...