hissetmek acı verir ama bizi 'canlı' kılar. sırf farklı bir hissi tadabilmek için oynadığım bu sahte oyun artık beni yoruyor, o heyecan hissi kendi büyüklüğünce bir sıkıntıyı da beraberinde getiriyor.
gururum 'sevgiye' gerçekten bu kadar mı muhtaçsın diye benliğimi aşağılıyor.
hayır, doğru olmadığını söylüyorum gururuma. benim muhtaç olduğum şey sevgi değil, ben sevildiğimi hep biliyordum.
saygı da değil, yirmi yılı aşmış ömrümde aldığım her alkış hak edilmiş bir şekilde kendi alın terimdi.
ben neye muhtacım peki? muhtemelen gençliğe, gençliğime muhtacım sadece yirmi yaşımda.
bir çocuk ya da bir yaşlı olabilirim ama genç değilim.
hayatı görünce kanım çekilmiş, çocuksu bir korkaklığı gizleyemeden olgun birinin maskesini geçirivermişim kafama.
işte o gün bana neden olduğunu bilmediğim bir sebepten biraz uzun bakmıştın, suratımı ne bakıyorsun anlamında ekşitebilecek tepkiyi verecek kadar uzun bir süreydi. başlangıçta şans eseri diyerek bu duruma pek kafa yormamıştım fakat birkaç defa daha buluştu gözlerimiz. durup dikkatli düşününce yüreğimde bir şeyler hareketlendi, bunun belki de 'gençliğe ait' olabileceğini düşündüm. düşündükçe nokta halindeki o 'belki' büyüdü, büyüdü. gerçeğe dönüştü ve sen tam da o noktada kaçıp gittin.
acıdım ve kızdım kendime, sana kızdığımdan daha çok. kendimi bu kadar kolay kandırışıma, gençliğe susayışıma, ufak noktayı koca bir lekeye çevirişime. ayrıca izlediğim tarot fallarına; hepsine kızdım, halbuki ben bu safsatalara inanmazdım.
sevgili günlük,
ben sanırım gençliği yanlış yerde, yanlış kişide aramışım.
hayat bu pörsümüş ruha gençliği tattırır mı acaba?