Şimdi geriye çekilmiş bir yay gibi savruluyor ağaçlar.

Toprak soğuktan saklanmak ister gibi yüzünü örtüyor yapraklarla,

sanki binlerce yıldır yaşadığı bu sessiz mevsimin adı kış değilmiş gibi.

Bir çocuk sakız çiğnemekten sıkılmış ve yere atıyor sakızı.

O zamana kadar bilmiyor açıkta olan eli gibi sakızı da dışarıya atınca kelimeler gibi kaskatı kesildiğini.

Bir tren geçiyor ama camları mahremiyetle buğulanmamış,

çatılarda biriken mızraklar ürkütücü soğuğun senfonisini iliştirmiyor kulaklara

ve gözlerimiz soyunmuş ağaca,

topraktan başlayıp göğe cıkana kadar bakarak kaybolamıyor.

insan elleri üşüyen bir yoksunlukta hep vardığın yeri söyleyen karanlık trenin içinde git-gel yapıyor.

Tamam da niye istemeyecekmişim ben tüten sobalarda göğe çıktığım çocukluğu,

neden istemeyecekmişim nerede neden olduğumu bilmediğim bir hafilikte var olmayı.

bir taburenin üstünde oturup neden kahve olarak dibek kahvesi yudumlamayacakmışım.

madem yudumlamaya başladık bu kahveyi,

harman kalana haram ola bu hayat deyip

Bir sigara sarmadan mı gidelim yeryüzünün karanlık evine

Bırak dostum hikayemiz

''Kişinin kendisiyle savaşmasını ve yenmesini kendini dönüştürmesini hayati bir sorun olarak algılamaya çağıran çarpıcı ve sarsıcı bir roman olsun'' mu diyeyim

Büyük saçmalık, olur mu öyle şey allah aşkına

Neyin sarsıcılığı ve çarpıcılığıymış günden öte

Bu arada ağaç hala aynı

Yapraklar çok çok düşüyor artık

Herhalde kış geldi dostum

Çocukluğumdaki gibi yine ellerim üşüyor.